Değerli Okuyucu,
Son zamanlarda müslüman toplumların üst üste yaşadığı ve tahlil etmeye imkân bırakmayacak kadar hızlı gelişen olaylar, hepimizin daha uyanık ve beraber olmasını önemli kılıyor. Bu konuda söyleyecek ve dertleşecek çok şeyim var. Fakat burada buna imkân yok. Kısa yazmak da ister istemez genelleme ve yakınsama yapmaya mecbur bırakıyor. Yine de (pek kısa olmasa da) meramımı anlatmaya çalışacağım…
Son zamanlarda müslüman toplumların üst üste yaşadığı ve tahlil etmeye imkân bırakmayacak kadar hızlı gelişen olaylar, hepimizin daha uyanık ve beraber olmasını önemli kılıyor. Bu konuda söyleyecek ve dertleşecek çok şeyim var. Fakat burada buna imkân yok. Kısa yazmak da ister istemez genelleme ve yakınsama yapmaya mecbur bırakıyor. Yine de (pek kısa olmasa da) meramımı anlatmaya çalışacağım…
Kendi toplumumuz başta olmak üzere, İslam alemindeki
entellektüel birikimimizi gruplayacak olsak, elde neredeyse sadece stratejist
araştırmacı-yazar grubu ile din alimleri kalıyor (maalesef)… Stratejistlerin
kapasitesi, BATI'nın üzerimizdeki oyunlarını mahirce tespit etmek ve
hilelerinin ne kadar sinsi ve akıllıca olduğunu ortaya koymaktan öteye
gitmiyor. Din alimlerimiz ise güncel olayları değerlendirirken, sadece en temel
kavramları (hak-batıl, Musa-Fravun, vs) kullanıp somut bir yol göstermekte
zorlanıyor. Stratejistlerimiz din ilimlerini bilmiyor, din alimlerimiz de
strateji ve siyaseti bilmiyor. Bu tuzakların ortadan kaldırılması için atılacak
adımları, İslam ahlakına uygun ve akıllıca ortaya koymakta yetersiz kalıyorlar.
Bunları izleyen müslüman topluluğu, statejistlerin çizdiği karamsar resimden ve
alimlerin sürekli “biz adam olsaydık
böyle olmazdı” aşağılamasından bol bol nasibini alıyor.
Bütün bu aşağılamalara mukabil gösterilen reaksiyonlar
açısından müslüman toplumu gruplayacak olursak yine iki önemli grup
gözlemliyorum: Kimi, stratejistlerin komplo teorilerindeki gizeme kapılıp
keşfettiği şeylerin naklini (satışını) yaparak vâr olmaya çalışıyor. Kimi de
1.400 yıllık dini (itikâdî, fıkhî, siyasi) tartışmaları okuyup, eksik/aksak
bilgisi ile birleştirip günümüzün cahil bırakılmış Müslümanlarına gevurun
yapmadığı aşağılamayı yaparak vâr olmaya çalışıyor. İçerikleri farklı olsa da,
her iki yaklaşımda da aşağılık kompleksinin sonucu olarak bir vâr olma (benlik)
kaygısı taşıdığını düşünüyorum. Sayıları daha az da olsa, her iki yaklaşımı da
takip eden bir gruptan da söz edebiliriz. Bunlar dışında elbette daha mutedil
ya da başka türlü defektleri olan reaksiyonlar da var; ancak sesini yeterince
çıkartamadığından tahlile değer bulmadım.
Bu vesileyle kısaca sıradan bir müslüman olarak tercih
ettiğim yolu paylaşmak istiyorum:
**********************
**********************
TESPİT
1.
Fitnenin Varlığı
a.
En çok Müslüman kanını yine
Müslümanların akıtmasına neden olan yaygın, çok güçlü bir fitne ortamındayız.
2.
Fitne için kullanılan argümanlar:
a.
Aidiyet duygusu üzerinden Mezhep/Ekol
çatışmalarının kullanılması: Tarihte kuruluşları dini gerekçe ve ihtiyaçlarla
da olsa, büyük ölçüde siyasi mülahazalarla yaygınlaşmış ve sonra da yine siyasi
çekişmeler sayesinde çatışmış mezhep ve ekoller, uygun coğrafyalarda mümkünse
kan dökülerek palazlandırılıyor. Şii-sünni, alevi-sünni, sufi-selefi,
eş’ari-maturidi, ehl-i sünnet-mutezile(/hariciler, vs), müteahhirin-mütekaddimin,
vs çatışmaları, en meşhur ve dead-lock durumlar alevlendiriliyor.
b.
Çözüm bulma ve bilgiye ulaşma
farklılıkları: Farklı gerekçelerle çatışıp duran Müslüman toplumlarda,
sorgulayan ve ehl-i vicdan olan azınlık bir grup çözüm için yol arayıp duruyor.
Ancak bu defa, “doğruyu bulma” adına takip edecekleri yollardaki farklılıklar
başka bir tartışma ve dolayısıyla fitne unsuru karşılarına olarak çıkıyor.
Bunların başlıcaları, bilginin türü (dini-dünyevi), bilginin kaynakları,
rivayet-dirayet meselesi, Kur’anı anlama yöntemi, meşru tefsir yöntemleri,
edille-i şer’iyye, Kitap-sünnet dengesi, İslami ilimler metodolojisi gibi
konular. Bunların önemli bir kısmı, mezhep tartışmalarının da malzemesi, ama
genellikle kendi mezhebinin görüşünden ve delillerinden haberdar olmayan bir
kitle tarafından farklı başlıklar altında tartışılıp gidiyor.
c.
Siyasi ve aktüel konular: Müslümanların
gündemini meşgul eden, ama temel bilgi ve basit yöntemlerle başa çıkılması
mümkün olmayan pek çok kavram var. Dinler arası diyalog, ehl-i kitap,
biat-intisap, mensubiyet (cemaat, tarikat, vb), millet, devlet, ümmet, hilafet,
imamet, siyaset, siyasi İslam, şeriat, din-devlet ilişkisi, Müslümanlar arası
savaş ve meşruiyet sınırları, cihad ve cihadın meşru sınır ve yöntemleri, Hak,
batıl, laiklik, demokrasi, hümanizm, özgürlük, çağdaşlık, vb kavramlar. Bu
konular da, Müslümanların tartışmalarının önemli bir bölümünü oluşturmakta ve
genel kabul görmüş bir çerçeve belirlenememekte.
3.
Fitnenin çözümünü zorlaştıran sebepler:
a.
Fitnenin tarafları arasında, kendi
yolunu mutlak HAK, diğerlerini mutlak BATIL görecek kadar bağnaz olanların
sayısı hiç de az değil.
b.
Fitnenin çözümü konusunda İslam
tarihindeki örnekler, ilim ve siyaset bilgisinin birlikte kullanılmasını
gerektiğini gösterdiği halde, her ikisini bir araya getirebilen kanaat
önderleri yok denecek kadar az.
c.
Fitnenin dead-lock özelliği: Fitne,
çözümü için koşuşturanların bile rüzgarlarıyla alevini palazlandırdığı bir
fenomen. Nitekim barış ortamındaki Müslümanlar arasındaki tartışmalarda belirli
bir nezaketle meseleyi ele almaya başlasan bile, kavram düzlemi, bilgi
dağarcığı ve usûl farklılıkları nedeniyle sonunda iki tarafın birbirini tekfir
edebildiği onlarca örnek yaşanıyor. Savaş olan ülkelerde ise elinde silah olan
iki grup karşılaşınca barış ortamındakilerin teorisini fiiliyata geçirip
birbirlerinin kanını helal sayabiliyor.
d.
Tartışmaya uygun olmayan ortamlar:
Tartışmaların çoğu “doğruyu arama adına” hiç de sağlıklı olmayan bir ortam olan
sosyal medya üzerinden yapılıyor.
e.
Alimlerin ilim meclislerinde tartışmak yerine medyayı kullanması: Farklı görüşler kaçınılmaz. Ancak çoğu âlim kendi taraftan
ve şakşakçı kitlesi ile avunup cakasını atıyor. Bir araya gelip, bir hakem
heyeti nezaretinde görüşlerini delilleriyle masaya yatırma ve hakikati arama
geleneği neredeyse kayboldu.
f.
Tartışma yöntemlerini bilmemek:
Tartışmalarda mefhumun muhalifi ile hüküm verme, bir konuyu bağlamadan başka
konuya atlama gibi hatalar yaygın şekilde yapılıyor. Taraflar, üstün çıkma
kaygısıyla olayı ve yanlışı değil, yanlış yapanı hedef alan ifadeler
kullanıyor.
g.
Eleştirinin münazara ve mütalaanın
yerini alması: Modern bir kavram olarak eleştiri, en temel özgürlüklerimizden
biri olarak kalplerimize yerleşti. Eleştiri yapmak, bir şey bildiğimizi belli
etmenin, benliğimizi ve varlığımızı ispat etmenin yegâne yolu olmaya başladı.
Okur-yazar takımımıza sirayet eden bu hastalık sayesinde Hakkı aramak yerine,
her yaklaşım ve davranış içindeki Batılı bulmak ve eleştirmek; ne yapacağımız
yerine, ne yapmayacağımızın anlatılması yaygınlık kazandı. Ahlaklı değil,
ahlakçı ve suçlayıcı; muvahhid değil, tevhidçi ve tekfirci; farklılıklara
tahammül gösteren, sabreden ve Hakk’a davet eden değil, batılla savaş adına
Müslümanların çoğuna yumruk sıkan bir görünüm kazanmaya başladık.
h.
Ümmetin mirasına saygının azalması:
Neredeyse sınırsız bilgiye, saniyeler içerisinde erişebilme imkânı, eleştiri
özgürlüğü ile sarhoş entelektüel züppeliği yaygınlaştırdı. Bunlar, hızlarını
alamayıp, insaf ve itidalden uzak şekilde eski âlim ve hâkîmlerin bilgilerinin
kısıtlılığı ve bariz (!) hataları üzerinden İslam mirasında neredeyse lafı
dinlenir bir alim bile bırakmadılar. Kusursuz âlim yok elbet; ama sadece Google
hocadan icazet almış, usul ve terbiyeden yoksun kişilerin, Hak adına verdikleri
tahribat, eleştirdikleri hususlardakinden çok daha büyük. Bu züppe davranışları
sergileyenler, kendilerinin de aynı düzlemde eleştirilebilecekleri yeni hiçbir
şey inşa etmiyor/edemiyor, alternatif üretmiyor, mesailerini sadece tahrip ve
yıkıma harcıyorlar.
i.
Ahirete imanın azalması: Özellikle
Internet ortamında yaptığımız düşüncesiz paylaşımlar, tekrarlana tekrarlana
artık şeytanın vesvesesine hacet bırakmayacak bir boyuta ulaştı ve ahlak haline
geldi. Müslümanları küfür, şirk, bidatçilik, ihanet ve sapıklıkla itham etmenin
ağır vebali tuşlara dokunurken hiç aklımıza gelmiyor. “Her duyduğunu söylemesi
kişiye günah olarak yeter” diyen Peygamber (A.S.) uyarısı bile, bu tür durumlar
için çok naif kalıyor. Kabarmış nefisler, başkasının ahlaksızlığından kendine
ahlak, başkasının şirk ve küfründen kendine iman çıkartmaya çalışıyor. Fiilin
medya üzerinden yayılıyor olmasının cezayı ağırlaştırıcı etkisi gözden kaçıyor.
Bunların her birinin hesabının verileceği unutuluyor.
**********************
**********************
DEĞERLENDİRME
Yukarıdaki tespitlerin hiçbiri, bu tartışmaları
yapmayalım, kendi haline bırakalım anlamına gelmiyor (yukarıda işaret edildiği
üzere, mefhumun muhalifine göre hüküm çıkarılmasın lütfen). Bunlar, farklı
ortam ve gruplarda gözlemlediğim, herhangi bir mezhep, cemaat ve siyasi görüş
mülahazasından bağımsız olarak Müslümanca bakmaya çalıştığımda gördüğüm şeyler.
Yapmaya çalıştığım şey, bu hataları yapan kişilerin
şahsiyetlerinin suçlanması değil, bu hataların tespiti ile nefsim ve diğer
failler için ikazdır.
**********************
**********************
ÇÖZÜM
Yukarıdaki tespitler arasında bağıl ilişkiler var.
Ayrıca bunların herkesteki tezahür şekli ve şiddeti farklılık gösteriyor. Bu
nedenle kişiye ve duruma özel reçete bulunmalı, bunu herkes kendi nefis için
düşünmeli ve çözüm aramalı. Belki yol gösterir diye benim şahsen uygulamaya
gayret ettiğim ve şimdiye kadar fitne ortamı için de Kur’an ve sünnetin tavsiye
ettiğini zannettiğim (ve hala aradığım) yöntemler şunlardır:
1.
İDDİA SAHİBİ OLMA!
a.
Kendini ve bildiğini hiçbir zaman Hak
yerine koyma,
b.
İslam’ın çerçevesini senin
belirleyebileceğin yanılgısına düşme!
c.
Doğruyu bulduğun inancına kapılma. En
doğru yol, doğruyu arama yoludur.
d.
Bulduğun bir doğruyu paylaş, davet et,
ama bilginin kısıtlı, yönteminin de alternatiflerinin olduğunu ve dolayısıyla
başka doğruların olabileceği ihtimalini göz ardı etme.
2.
FİTNENİN TARAFI OLMA!
a.
Fitnede yürüyen koşandan, oturan
yürüyenden daha hayırlıdır. Olabildiğince tartışmadan uzak dur.
b.
Yapabileceğin tek şey, taraf tutmamak ve
taraflara itidale çağırmaktır.
c.
Bu çağrın, kendini Hak yerine koymanın
ifadesi değil, tarafların kendini Hak yerine koymamaları şeklinde uyarı
mahiyetinde olmalıdır.
d.
Bu uyarıyı her iki tarafa da yapmalısın
ve gerektiği kadar kesin, net ve fitneyi göze çarpıcı ifadeler kullanmalısın.
e.
Kaçınılmaz şekilde bu fitnenin bir
tarafı olarak algılanırsan, senden başkasına zarar gelmesin, başına gelecek
zarara da razı olasın…
3.
İTHAM ve ELEŞTİRİ DİLİNİ TERKET!
a.
Ya hayır söyle, ya da sus!
b.
Din nasihattir, itham ve suçlama
değildir.
c.
Fitneyi alevlendiren en büyük hata,
kendini hak yerine koymandır. Bu hastalığının sonuçlarından olan eleştiri ve
itham alışkanlığından kurtul.
d.
Tekfir, yok edici ve ahireti mahvedici
bir hastalıktır. Yapma, yapanları ikaz et.
e.
Allah katında üstün olan takva sahibi
olanlardır. Sakınmadan, düşünmeden hareket etmek ahiretine zarar verir.
4.
ÖNCE KENDİN YAŞA!
a.
Amel etmediğini söyleme, söylediğinle
amel et.
b.
Din, senin de içinde yer aldığın
insanlara geldi. Kendisinden yararlanamadığın ahlakı, dini ve tevhidi başkasına
pazarlama.
5.
TEKDÜZELİKTEN YANA OLMA!
a.
İslam’ın hayatla ahenkli olduğunu ve
farklılıkları içinde barındırabileceğini unutma.
b.
Meslek, meşrep ve kültür farklılıkları
nedeniyle farklı eğilimleri olan ve İslam’ı farklı ağırlık merkezleriyle ele
alıp yaşayan samimi Müslümanların varlığını normal karşıla.
c.
Canlı olarak gözlemi en iyi hac ve
umrelerde yapılabilen farklılıkların uyumunu, değerli ve zenginlik kabul et.
Kendine benzemeyeni de sevmeyi öğren.
6.
BİREY OL, CEMAATE KATIL!
a.
Birey ol, aklını ve vicdanını kullan,
ama cemaatleşmeyi küçümseme, inkâr etme.
b.
Bu düsturlara uyan bireyleri bul ve
onlarla cemaat ol, fitneye karşı itidal davetini yaygınlaştır.
Bütün bu yöntemlerin, en temel yöntem olan "iddia
sahibi olmama” ile uyumlu olması son derece önemli. Bu nedenle öneriler,
herhangi bir ihtilafta hangi tarafın doğru olduğunu söylemekten çok, sadece
ihtilafın giderilmesi ve fitnenin ortadan kaldırılması için yöntem konusunda
bir yaklaşım içeriyor. Kanaatimce, ortada eleştiri yapmanın dayanılmaz zevki
varken, böyle erdemli bir yolu seçmek ciddi bir mücahede gerektirir. Bu şekilde
yaşayabildikten ve en temel İslam inanç kaidelerine uyulduktan sonra mezhep,
meşrep, cemaat, siyasi görüş, vb farklılıkların önemi kalmayacak ve sahih bir
iman sahibi olunabilecektir diye düşünüyorum. Şurası çok önemli: İddia sahibi
olmamak, bilgisizlik, çaresizlik ve alternatifsizlikten seçilen ve pasifist bir
yol değildir. Aksine, aramaya devam etmek şeklinde dinamik bir yoldur ve
fitnenin taraflarını itidal ve birliğe davet etmek adına da bilinçli ve
faziletli bir tercihtir.