25 Ağustos 2014 Pazartesi

İnanç özgürlüğünü savunurken inanca sövebilmek

Türkiye'deki Alevilik meselesi dini, sosyolojik ve siyasi boyutları nedeniyle karmaşık bir konu. Üzerinde konuşup da çok ağır eleştiriye maruz kalmamak mümkün değil. Ancak meselenin uçlarında gezen görüşleri eleştirmek ve tarafları itidale davet etmek de bir görev olarak ortada duruyor. Özellikle aşağıda linkini paylaşacağım ve Murtaza Demir tarafından kaleme alınmış "İmamınızı da Alın Gidin!" başlıklı yazıyı okuyunca bu konuda bir şeyler söylemek istedim:



Yazının sadece son paragrafını alıntılamakla yetineceğim. Ancak yazının tamamının okunması değerlendirmelerin daha iyi anlaşılması için faydalı olacaktır:

"Caminizi, minarenizi, hoparlörünüzü istemiyoruz! Köyümüze gelecekseniz; okulla, kütüphaneyle, kitap, bilimle gelin… “Hayır” diyorsanız imamınızı da alıp Keçeci Baba köyünü terk edin!
Gidin!!!"

Yazıda bir alevi köyüne yapılacak cami üzerinden dinin ne kadar geriletici olduğuna dair klişe pek çok kaba değerlendirme yapılırken, diğer taraftan inanç özgürlüğü adına Alevilerin haklarının savunulması yapılıyor. Yazı, bizim aydın profilimizde sıkça rastladığımız öğrenilmiş cahillikler ve iflah olmaz saldırganlıklarla dolu. Aklı selimden ve uzlaşmadan uzak ve hırçın.

Yazının detaylı analiziyle oyalanmadan bu konudaki temel doğrular üzerinden makul bir noktaya gelmeye çalışalım:
Cemevleri üzerinden yürütülen tartışmalara baktığımda, etrafında modern dünyanın tabu kavramları ile bezenmiş söylemler görüyorum; inanç özgürlüğü, insan hakları, örgütlenme hakkı, vb. Bu kavramların pek çoğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde (İHEB) vurgulanmıştır. Örneğin din özgürlüğü, beyannamenin 18. Maddesinde yer aldığı haliyle şöyledir:
Her şahsın, fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır; bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyeti, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette, öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle izhar etmek hürriyetini içerir.

Buraya kadar sorun yok. Aslında, bu tür konular, tarafların “anlaşmaya gönlü olduktan sonra” kolay çözülecek hususlardır. Nitekim rahatlıkla söyleyebilirim ki, yazıda problemin kaynağı ve çözümün önündeki engel olarak suçlanan Sünni grubun, din-diyanet özgürlüğü ile ilgili hiçbir probleminin olmadığını gayet iyi biliyorum. Sıradan vatandaşa sorarsan “herkes istediği yere gitsin” diyecek zaten. Ayrıca, dinin ana kaynakları da “dinde zorlama yoktur” diyerek bu konuda temel çerçeveyi çiziyor. Diğer taraftan Alevi birisi de cemevine gitmekten, orada ibadet etmekten men edilmiyor. Salt ibadet maksadıyla cemevlerine cami gibi bir statü verilmesi de yine oturup müzakere edilebilecek hususlar.

Çözümü zorlaştıran, ilgili tarafları kendi siyasi bahçesi olarak kullanmaya devam etmek isteyen siyasilerin, taraflar içerisindeki marjinal görüşleri öne sürmeye devam ederek, bahçelerini kaybetmemek istemeleri.
Bu tür marjinal bakışlardan birini yansıttığını düşündüğüm yukarıdaki yazı şöyle bir kritik edelim:

1.       Din özgürlüğü adına dine-diyanete sövmek: İçerisinde din özgülüğü adına cemevlerinin statü kazanmasını talep ederken, yine bir din objesi olan cami, türban, imam vb kavramlara hakaretler ediliyor. Yani, sen de ben de kendi özgürlük alanlarımıza sahip olalım ve yaşayalım yaklaşımı söz konusu değil.

2.       Öfkeyle akla ilk gelen parlak ama mantıksız görüşlerle çözüm aramak: Dinin, ilerleme için engel olduğu, insanları uzaya çıkarmayacağı gibi akla ziyan tespitlerden sonra vergisinin camilere harcanmaması gerektiğini iddia ediyor. Bu parlak fikrin toplumda belirleyici bir yöntem olarak kabul edildiğini düşünelim: Çoğunluğu müslüman olan bu ülkedeki Müslümanların kalkıp “benim vergimle meyhaneye, kerhaneye, yol, su, elektrik gitmesin” diyebileceğini aklına getirmiyor mu? Bu tür yazılar, düşünme yetisi azalmış okuyucuları hipnoz etmek ve onları slogan cümleleri tekrarlayan papağanlara çevirmek için çok etkilidir.

3.       Din kavramı konusundaki tereddütler ve tutarsızlıklar: Bir yandan, dinin bütünsel olarak bizi uzaya çıkarmadığı, vb tespitler havada uçuşurken, diğer yanda başka bir inanç disiplini kabul edilerek sunulan Aleviliğin yüceltilmesi, özgürleştirilmesi savunuluyor. Sünni dinin yaptığı uyuşturma etkisi ile Aleviliğin yapacağı etki arasında nasıl bir nitelik farkı olduğuna dair nokta, okuyucunun gözünden kaçırılıyor.

4.       Alevilik konusundaki muğlaklıklar: Alevilik konusundaki en büyük engel bence bu. Aleviler başta olmak üzere, toplumda Aleviliğin nereye oturtulacağı konusunda uzlaşma yok. Bir uçta, Sünnilerle hiçbir problemi olmayan, 12 İmama sadık ve ibadet konusunda da benzerlikler gösteren Alevilik, diğer uçta ise Alisizlikten de öte Ateist Alevilik… Müzakerede masadaki taraflar kimler, hepsinde biraz mı var, yoksa bir-iki grup hepsi adına mı pazarlık ediyor. Cemevi, Camiye mi alternatif, yoksa eskiden ve esasında olduğu gibi dergah/tekke niteliğinde mi ayrıcalık isteniyor… Örneğin, paylaştığım yazının yazarı, ortadoğudaki akla ziyan uygulamaları İslam'a mâl ederek, "defalarca söyledik, bunlar Müslümanlıksa biz Müslüman değiliz" diyor. 

Çözüm nasıl olabilir?
Bence din özgürlüğü konusunda İHEB’e ihtiyaç duymayacak kadar özgürlükçü bir inanç temeli üzerindeyiz. Diğer taraftan mesele çözüm bulmak olunca, Alevisi-Sünnisi halkımız çoğunlukla meselelere oldukça anlayışlı, kavga ve çatışmadan uzak şekilde bakıyor. Dolayısıyla hepsi müzakere edilebilir.

Açıkçası herkesin mutabık kalmasını beklemek de bence gerekli değil. Kendi görüşünü adam akıllı tanımlama kayıt ve şartıyla Alisiz Alevilik de dâhil olmak üzere tüm gruplar kendi görüşlerini ilan etsin, ibadethane tanımını da yapsın, meydana çıksın, hakkını talep etsin. Devlet de bence hepsine (belirli bir sayıyı aşanlara mezhep/din hüviyetiyle bakarak) vermesi gereken tüm hakları versin. Dileyenin cemevi camiye alternatif olsun, dileyeninki dergah/tekke gibi açılsın. Dileyen dilediği yere gitsin; yeter ki, gittiği yerde başlangıçta tanımlanan çerçeve dışında bir propaganda yapılmasın, öfke ve kin telkin edilmesin. N’olur? Kime zararı dokunur? Sünnilere mi? Kesinlikle HAYIR…

O halde bunun önündeki engel ne? Bence öncelikle Alevilerden beslenen siyasiler… Çünkü böyle yaptıklarında, Aleviler içindeki azınlık olan; ama sesi en çok çıkıp Alevileri temsil ettiğini Alisiz ve Ateist Aleviler çok azınlıkta kalacak, aslında ne kadar temelsiz ve marjinal oldukları gün gibi ortaya çıkacak. Açıkçası ne kadar marjinal de olsa, onların da görüşlerini yaşatmaya hakları var. Ancak artık ellerinde Alevileri sömürme malzemeleri ve gerekçeleri alınmış olacak. Çünkü yaptıkları mücadelenin Ali ve Aleviler hatırına olmadığı, çoğunlukla din düşmanlığı ekseninde hareket ettikleri kin ve öfke ile dini değerlere saldırdıkları deşifre olacak. Örneğin bu yazının yazarı, etrafında, kendisi gibi Alisiz, hazımsız ve öfkeli kaç kişi bulacak? Kimleri kışkırtacak? Muhtemel ki sövmeye devam edecek, ama dinleyeni kalmayacak.

O yüzden, Alevilik sorunu sadece Alevilerin değil; tüm toplumun problemidir ve çözümü de İslam’ın bizatihi kendisinin sağladığı özgürlük alanında mevcuttur.Çevremizdeki olaylara bakarsak, bu konunun önümüzdeki yıllarda kaşınacağı ve yeni bir çatışma alanı oluşturulacağı dikkate alındığında, bu marjinal ağızlara laf bırakmayacak şekilde, temelden ve acilen özgürlükçü ve inanlara saygı çerçevesinde bir çözüm üretilmesi gerektiğini düşünüyorum.

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Fitne ortamında ne yapmalı?

Değerli Okuyucu,
Son zamanlarda müslüman toplumların üst üste yaşadığı ve tahlil etmeye imkân bırakmayacak kadar hızlı gelişen olaylar, hepimizin daha uyanık ve beraber olmasını önemli kılıyor. Bu konuda söyleyecek ve dertleşecek çok şeyim var. Fakat burada buna imkân yok. Kısa yazmak da ister istemez genelleme ve yakınsama yapmaya mecbur bırakıyor. Yine de (pek kısa olmasa da) meramımı anlatmaya çalışacağım…

Kendi toplumumuz başta olmak üzere, İslam alemindeki entellektüel birikimimizi gruplayacak olsak, elde neredeyse sadece stratejist araştırmacı-yazar grubu ile din alimleri kalıyor (maalesef)… Stratejistlerin kapasitesi, BATI'nın üzerimizdeki oyunlarını mahirce tespit etmek ve hilelerinin ne kadar sinsi ve akıllıca olduğunu ortaya koymaktan öteye gitmiyor. Din alimlerimiz ise güncel olayları değerlendirirken, sadece en temel kavramları (hak-batıl, Musa-Fravun, vs) kullanıp somut bir yol göstermekte zorlanıyor. Stratejistlerimiz din ilimlerini bilmiyor, din alimlerimiz de strateji ve siyaseti bilmiyor. Bu tuzakların ortadan kaldırılması için atılacak adımları, İslam ahlakına uygun ve akıllıca ortaya koymakta yetersiz kalıyorlar. Bunları izleyen müslüman topluluğu, statejistlerin çizdiği karamsar resimden ve alimlerin sürekli “biz adam olsaydık böyle olmazdı” aşağılamasından bol bol nasibini alıyor.

Bütün bu aşağılamalara mukabil gösterilen reaksiyonlar açısından müslüman toplumu gruplayacak olursak yine iki önemli grup gözlemliyorum: Kimi, stratejistlerin komplo teorilerindeki gizeme kapılıp keşfettiği şeylerin naklini (satışını) yaparak vâr olmaya çalışıyor. Kimi de 1.400 yıllık dini (itikâdî, fıkhî, siyasi) tartışmaları okuyup, eksik/aksak bilgisi ile birleştirip günümüzün cahil bırakılmış Müslümanlarına gevurun yapmadığı aşağılamayı yaparak vâr olmaya çalışıyor. İçerikleri farklı olsa da, her iki yaklaşımda da aşağılık kompleksinin sonucu olarak bir vâr olma (benlik) kaygısı taşıdığını düşünüyorum. Sayıları daha az da olsa, her iki yaklaşımı da takip eden bir gruptan da söz edebiliriz. Bunlar dışında elbette daha mutedil ya da başka türlü defektleri olan reaksiyonlar da var; ancak sesini yeterince çıkartamadığından tahlile değer bulmadım.
Bu vesileyle kısaca sıradan bir müslüman olarak tercih ettiğim yolu paylaşmak istiyorum:

**********************
**********************
TESPİT
1.            Fitnenin Varlığı
a.    En çok Müslüman kanını yine Müslümanların akıtmasına neden olan yaygın, çok güçlü bir fitne ortamındayız.

2.            Fitne için kullanılan argümanlar:
a.    Aidiyet duygusu üzerinden Mezhep/Ekol çatışmalarının kullanılması: Tarihte kuruluşları dini gerekçe ve ihtiyaçlarla da olsa, büyük ölçüde siyasi mülahazalarla yaygınlaşmış ve sonra da yine siyasi çekişmeler sayesinde çatışmış mezhep ve ekoller, uygun coğrafyalarda mümkünse kan dökülerek palazlandırılıyor. Şii-sünni, alevi-sünni, sufi-selefi, eş’ari-maturidi, ehl-i sünnet-mutezile(/hariciler, vs), müteahhirin-mütekaddimin, vs çatışmaları, en meşhur ve dead-lock durumlar alevlendiriliyor.
b.    Çözüm bulma ve bilgiye ulaşma farklılıkları: Farklı gerekçelerle çatışıp duran Müslüman toplumlarda, sorgulayan ve ehl-i vicdan olan azınlık bir grup çözüm için yol arayıp duruyor. Ancak bu defa, “doğruyu bulma” adına takip edecekleri yollardaki farklılıklar başka bir tartışma ve dolayısıyla fitne unsuru karşılarına olarak çıkıyor. Bunların başlıcaları, bilginin türü (dini-dünyevi), bilginin kaynakları, rivayet-dirayet meselesi, Kur’anı anlama yöntemi, meşru tefsir yöntemleri, edille-i şer’iyye, Kitap-sünnet dengesi, İslami ilimler metodolojisi gibi konular. Bunların önemli bir kısmı, mezhep tartışmalarının da malzemesi, ama genellikle kendi mezhebinin görüşünden ve delillerinden haberdar olmayan bir kitle tarafından farklı başlıklar altında tartışılıp gidiyor.
c.     Siyasi ve aktüel konular: Müslümanların gündemini meşgul eden, ama temel bilgi ve basit yöntemlerle başa çıkılması mümkün olmayan pek çok kavram var. Dinler arası diyalog, ehl-i kitap, biat-intisap, mensubiyet (cemaat, tarikat, vb), millet, devlet, ümmet, hilafet, imamet, siyaset, siyasi İslam, şeriat, din-devlet ilişkisi, Müslümanlar arası savaş ve meşruiyet sınırları, cihad ve cihadın meşru sınır ve yöntemleri, Hak, batıl, laiklik, demokrasi, hümanizm, özgürlük, çağdaşlık, vb kavramlar. Bu konular da, Müslümanların tartışmalarının önemli bir bölümünü oluşturmakta ve genel kabul görmüş bir çerçeve belirlenememekte.

3.            Fitnenin çözümünü zorlaştıran sebepler:
a.    Fitnenin tarafları arasında, kendi yolunu mutlak HAK, diğerlerini mutlak BATIL görecek kadar bağnaz olanların sayısı hiç de az değil.
b.    Fitnenin çözümü konusunda İslam tarihindeki örnekler, ilim ve siyaset bilgisinin birlikte kullanılmasını gerektiğini gösterdiği halde, her ikisini bir araya getirebilen kanaat önderleri yok denecek kadar az.
c.     Fitnenin dead-lock özelliği: Fitne, çözümü için koşuşturanların bile rüzgarlarıyla alevini palazlandırdığı bir fenomen. Nitekim barış ortamındaki Müslümanlar arasındaki tartışmalarda belirli bir nezaketle meseleyi ele almaya başlasan bile, kavram düzlemi, bilgi dağarcığı ve usûl farklılıkları nedeniyle sonunda iki tarafın birbirini tekfir edebildiği onlarca örnek yaşanıyor. Savaş olan ülkelerde ise elinde silah olan iki grup karşılaşınca barış ortamındakilerin teorisini fiiliyata geçirip birbirlerinin kanını helal sayabiliyor.
d.    Tartışmaya uygun olmayan ortamlar: Tartışmaların çoğu “doğruyu arama adına” hiç de sağlıklı olmayan bir ortam olan sosyal medya üzerinden yapılıyor.
e.    Alimlerin ilim meclislerinde tartışmak yerine medyayı kullanması: Farklı görüşler kaçınılmaz. Ancak çoğu âlim kendi taraftan ve şakşakçı kitlesi ile avunup cakasını atıyor. Bir araya gelip, bir hakem heyeti nezaretinde görüşlerini delilleriyle masaya yatırma ve hakikati arama geleneği neredeyse kayboldu.
f.      Tartışma yöntemlerini bilmemek: Tartışmalarda mefhumun muhalifi ile hüküm verme, bir konuyu bağlamadan başka konuya atlama gibi hatalar yaygın şekilde yapılıyor. Taraflar, üstün çıkma kaygısıyla olayı ve yanlışı değil, yanlış yapanı hedef alan ifadeler kullanıyor.
g.    Eleştirinin münazara ve mütalaanın yerini alması: Modern bir kavram olarak eleştiri, en temel özgürlüklerimizden biri olarak kalplerimize yerleşti. Eleştiri yapmak, bir şey bildiğimizi belli etmenin, benliğimizi ve varlığımızı ispat etmenin yegâne yolu olmaya başladı. Okur-yazar takımımıza sirayet eden bu hastalık sayesinde Hakkı aramak yerine, her yaklaşım ve davranış içindeki Batılı bulmak ve eleştirmek; ne yapacağımız yerine, ne yapmayacağımızın anlatılması yaygınlık kazandı. Ahlaklı değil, ahlakçı ve suçlayıcı; muvahhid değil, tevhidçi ve tekfirci; farklılıklara tahammül gösteren, sabreden ve Hakk’a davet eden değil, batılla savaş adına Müslümanların çoğuna yumruk sıkan bir görünüm kazanmaya başladık.
h.    Ümmetin mirasına saygının azalması: Neredeyse sınırsız bilgiye, saniyeler içerisinde erişebilme imkânı, eleştiri özgürlüğü ile sarhoş entelektüel züppeliği yaygınlaştırdı. Bunlar, hızlarını alamayıp, insaf ve itidalden uzak şekilde eski âlim ve hâkîmlerin bilgilerinin kısıtlılığı ve bariz (!) hataları üzerinden İslam mirasında neredeyse lafı dinlenir bir alim bile bırakmadılar. Kusursuz âlim yok elbet; ama sadece Google hocadan icazet almış, usul ve terbiyeden yoksun kişilerin, Hak adına verdikleri tahribat, eleştirdikleri hususlardakinden çok daha büyük. Bu züppe davranışları sergileyenler, kendilerinin de aynı düzlemde eleştirilebilecekleri yeni hiçbir şey inşa etmiyor/edemiyor, alternatif üretmiyor, mesailerini sadece tahrip ve yıkıma harcıyorlar.
i.      Ahirete imanın azalması: Özellikle Internet ortamında yaptığımız düşüncesiz paylaşımlar, tekrarlana tekrarlana artık şeytanın vesvesesine hacet bırakmayacak bir boyuta ulaştı ve ahlak haline geldi. Müslümanları küfür, şirk, bidatçilik, ihanet ve sapıklıkla itham etmenin ağır vebali tuşlara dokunurken hiç aklımıza gelmiyor. “Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter” diyen Peygamber (A.S.) uyarısı bile, bu tür durumlar için çok naif kalıyor. Kabarmış nefisler, başkasının ahlaksızlığından kendine ahlak, başkasının şirk ve küfründen kendine iman çıkartmaya çalışıyor. Fiilin medya üzerinden yayılıyor olmasının cezayı ağırlaştırıcı etkisi gözden kaçıyor. Bunların her birinin hesabının verileceği unutuluyor.

**********************
**********************
DEĞERLENDİRME
Yukarıdaki tespitlerin hiçbiri, bu tartışmaları yapmayalım, kendi haline bırakalım anlamına gelmiyor (yukarıda işaret edildiği üzere, mefhumun muhalifine göre hüküm çıkarılmasın lütfen). Bunlar, farklı ortam ve gruplarda gözlemlediğim, herhangi bir mezhep, cemaat ve siyasi görüş mülahazasından bağımsız olarak Müslümanca bakmaya çalıştığımda gördüğüm şeyler.
Yapmaya çalıştığım şey, bu hataları yapan kişilerin şahsiyetlerinin suçlanması değil, bu hataların tespiti ile nefsim ve diğer failler için ikazdır.

**********************
**********************
ÇÖZÜM
Yukarıdaki tespitler arasında bağıl ilişkiler var. Ayrıca bunların herkesteki tezahür şekli ve şiddeti farklılık gösteriyor. Bu nedenle kişiye ve duruma özel reçete bulunmalı, bunu herkes kendi nefis için düşünmeli ve çözüm aramalı. Belki yol gösterir diye benim şahsen uygulamaya gayret ettiğim ve şimdiye kadar fitne ortamı için de Kur’an ve sünnetin tavsiye ettiğini zannettiğim (ve hala aradığım) yöntemler şunlardır:
1.            İDDİA SAHİBİ OLMA!
a.    Kendini ve bildiğini hiçbir zaman Hak yerine koyma,
b.    İslam’ın çerçevesini senin belirleyebileceğin yanılgısına düşme!
c.     Doğruyu bulduğun inancına kapılma. En doğru yol, doğruyu arama yoludur.
d.    Bulduğun bir doğruyu paylaş, davet et, ama bilginin kısıtlı, yönteminin de alternatiflerinin olduğunu ve dolayısıyla başka doğruların olabileceği ihtimalini göz ardı etme.

2.            FİTNENİN TARAFI OLMA!
a.    Fitnede yürüyen koşandan, oturan yürüyenden daha hayırlıdır. Olabildiğince tartışmadan uzak dur.
b.    Yapabileceğin tek şey, taraf tutmamak ve taraflara itidale çağırmaktır.
c.     Bu çağrın, kendini Hak yerine koymanın ifadesi değil, tarafların kendini Hak yerine koymamaları şeklinde uyarı mahiyetinde olmalıdır.
d.    Bu uyarıyı her iki tarafa da yapmalısın ve gerektiği kadar kesin, net ve fitneyi göze çarpıcı ifadeler kullanmalısın.
e.    Kaçınılmaz şekilde bu fitnenin bir tarafı olarak algılanırsan, senden başkasına zarar gelmesin, başına gelecek zarara da razı olasın…

3.            İTHAM ve ELEŞTİRİ DİLİNİ TERKET!
a.    Ya hayır söyle, ya da sus!
b.    Din nasihattir, itham ve suçlama değildir.
c.     Fitneyi alevlendiren en büyük hata, kendini hak yerine koymandır. Bu hastalığının sonuçlarından olan eleştiri ve itham alışkanlığından kurtul.
d.    Tekfir, yok edici ve ahireti mahvedici bir hastalıktır. Yapma, yapanları ikaz et.
e.    Allah katında üstün olan takva sahibi olanlardır. Sakınmadan, düşünmeden hareket etmek ahiretine zarar verir.

4.            ÖNCE KENDİN YAŞA!
a.    Amel etmediğini söyleme, söylediğinle amel et.
b.    Din, senin de içinde yer aldığın insanlara geldi. Kendisinden yararlanamadığın ahlakı, dini ve tevhidi başkasına pazarlama.

5.            TEKDÜZELİKTEN YANA OLMA!
a.    İslam’ın hayatla ahenkli olduğunu ve farklılıkları içinde barındırabileceğini unutma.
b.    Meslek, meşrep ve kültür farklılıkları nedeniyle farklı eğilimleri olan ve İslam’ı farklı ağırlık merkezleriyle ele alıp yaşayan samimi Müslümanların varlığını normal karşıla.
c.     Canlı olarak gözlemi en iyi hac ve umrelerde yapılabilen farklılıkların uyumunu, değerli ve zenginlik kabul et. Kendine benzemeyeni de sevmeyi öğren.

6.            BİREY OL, CEMAATE KATIL!
a.    Birey ol, aklını ve vicdanını kullan, ama cemaatleşmeyi küçümseme, inkâr etme.
b.    Bu düsturlara uyan bireyleri bul ve onlarla cemaat ol, fitneye karşı itidal davetini yaygınlaştır.

Bütün bu yöntemlerin, en temel yöntem olan "iddia sahibi olmama” ile uyumlu olması son derece önemli. Bu nedenle öneriler, herhangi bir ihtilafta hangi tarafın doğru olduğunu söylemekten çok, sadece ihtilafın giderilmesi ve fitnenin ortadan kaldırılması için yöntem konusunda bir yaklaşım içeriyor. Kanaatimce, ortada eleştiri yapmanın dayanılmaz zevki varken, böyle erdemli bir yolu seçmek ciddi bir mücahede gerektirir. Bu şekilde yaşayabildikten ve en temel İslam inanç kaidelerine uyulduktan sonra mezhep, meşrep, cemaat, siyasi görüş, vb farklılıkların önemi kalmayacak ve sahih bir iman sahibi olunabilecektir diye düşünüyorum. Şurası çok önemli: İddia sahibi olmamak, bilgisizlik, çaresizlik ve alternatifsizlikten seçilen ve pasifist bir yol değildir. Aksine, aramaya devam etmek şeklinde dinamik bir yoldur ve fitnenin taraflarını itidal ve birliğe davet etmek adına da bilinçli ve faziletli bir tercihtir.