Bu yazıyı okumadan önce, (bu yazının aynı sayıda yayınlandığı) SD Platform Dergisinin 33. sayısında Prof. Dr. Sabahattin Aydın Hocamızın “
Sağlığın Bilişimle İmtihanı”
başlıklı yazısını da incelemenizi öneririm. Sabahattin Hocamız,
sağlık bilişimi ile ilgili kavramsal yapıyı elden geçirip sağlık
sisteminde bilişimin yeri ve sistemsel problemleri detaylı şekilde ele
alıyorken, bendeniz de bu yazımda mesleki ve davranışsal açıdan
mühendislerin sağlık bilişimi alanında yaşadıklarını irdelemeye ve
somut bazı önerilerde bulunmaya gayret ettim. Mühendislerin davranış
modelini, düşünme yapılarını ve çalışma ortamlarını incelemeye
mühendisliğin ne olduğunu açıklayarak başlayalım…
Mühendislik nedir?
SD Dergisi’nin 25.sayısında “
Sağlık Sistem Mühendisliği”
başlıklı bir yazı kaleme almıştık. Bu yazıda sağlık, sistem ve
mühendislik kavramlarını ve bunların yönetimin nasıl ayrılmaz bir
parçası olduğunu detaylıca incelemiştik. O yazıda yaptığımız
mühendislik tanımını tekrar hatırlayalım:
“…Amerikan Mühendisler
Konseyi’nin tanımına göre mühendislik; “bilimsel prensiplerin tek
başlarına veya bir arada, alet, malzeme, yapı, makine, süreç ve sistem
tasarlamak ve geliştirmek için uygulamaya geçirilmesi ve yine bu
prensiplerin, sistemsel davranışlarının belirli şartlar altındaki
davranışlarının tahmin edilmesi (modellenmesi) ve tahmin edilmesi
suretiyle, süreçlerin daha ekonomik, insan hayatı ve eşyanın daha
güvenli hale getirilmesi için kullanılmasıdır” (
http://www.abet.org).
Mühendislik, yüzyıllardır bilimsel prensiplerin insan hayatına faydalı
olabilmesi için çok sayıda çıktı üretmiştir. Yaşadığımız evden,
kullandığımız araca; kıyafetimizden, yediğimiz gıdaların üretimine,
bilgisayarımızdan, cep telefonumuza ve Internete kadar hayatımızın her
alanında mühendislik ürünleri ve süreçleri vardır. Tüm bunların
geliştirilmesinde mühendisliğin temel fonksiyonu, yeni teknolojilerin
geliştirilmesi, var olan teknoloji ve bilimsel prensiplerin yeni
sistemler üretilmesi için uygulamaya geçirilmesinde aracı olmaktır. Bu
açıdan, “hangi alanda bilimsel prensiplerden yararlanılmak isteniyorsa,
o alanda mühendislik çalışmasına ihtiyaç vardır diyebiliriz.”
Kısaca, yaşamın her alanında mühendislerin ürettiği ürünleri veya
teknolojileri kullanıyoruz. Peki, bu meslek grubu üyeleri nasıl
düşünür? Aldıkları eğitim, kişiliklerini, düşünce yöntemlerini ve
sosyal ilişkilerini nasıl etkiler? Bu konu akademik açıdan da
incelemeye değer bir konu olsa da, ben burada sadece gözlemlerimi
aktarıyor olacağım.
Mühendisler nasıl düşünür
Mühendisler, mesleklerinin kapsamı gereği bir şeyleri üretmek ve inşa
etmek için çalışırlar. Üretmek ve inşa etmek için de hemen her
mühendislik branşında geçerli olmak üzere öncelikle analiz yaparlar,
elde ettikleri bilgilerle bütüne dair bir model elde etmeye çalışırlar;
ardından tasarım ve geliştirme yaptıktan sonra elde ettikleri çıktıyı
test eder ve devreye alırlar. Bu süreçler, işin kapsamına göre kimi
zaman tahminsel ve sezgisel yöntemleri de barındırıyor olsa da, sürecin
tamamı deterministik ve sonuçları kesine yakın kabul edilebilir. Bu
nedenle bir mühendis, uzmanı olduğu bir alanla ilgili konulurken
genellikle sezgisel ve tahminsel parametreleri belirttikten ve beklenen
koşulların sağlandığını varsaydıktan sonra işin geriye kalanı ile
ilgili çok kesin ifadeler kullanmaktan hiç çekinmez. Çünkü bu işin öyle
işleyeceğinden adı kadar emindir. Mühendislerle çalışırken göz ardı
edilmemesi gereken bu davranış modelinden ileride biraz daha
bahsedeceğim.
Teknolojinin hızının mühendisler üzerindeki etkisi
Hızla gelişen bilim ve teknolojinin branşlaşma konusunda en çok
etkilediği meslek gruplarının başında sanıyorum mühendislik gelir.
Mühendislik branşları içinde de daha çok bilişimle ilgilenen elektronik,
bilgisayar vb. alanlar bu hızdan daha çok etkilenirler. Okul hayatı
boyunca bile yeni teknoloji ve yöntemlerin çıktığına şahit olan
mühendisler, bir yandan teknolojiyi takip etmeye ve kopmamaya gayret
ederken, bir yandan da piyasanın kendilerinden beklentilerini
karşılamaya çalışırlar. Problem şu ki, iş dünyasındaki diğer kişiler,
teknolojinin çıktılarına kem kendi hayatlarında hem de iş hayatlarında
bu kadar sık görmeye ve değiştirmeye eğilimli değillerdir. Bu nedenle
mühendislerin sürekli yeni çıkan ve hayatı kolaylaştıran bir şeylerden
bahsederken; onları dinleyen yöneticilerin de mühendislerin hayali
işlerle, yaygın deyişiyle “entel dantel işlerle” meşgul olduğunu, gerçek
hayattan koptuklarını ve gerçekçi olmadıklarını düşünebilirler.
Mühendis kendince bir şeyleri daha iyi hale getirmekle ilgili öneriler
sunduğunda, yöneticilerin “bu ne işimize yarayacak” ya da “bu maliyete
girmeye değer mi, bir süre sonra da daha iyisi çıkacak” gibi kimi
paradoksal, kimi direnç ifade eden cevaplarına sıkça rastlarız. Bu
durumu mühendis gözüyle düşünmeye çalışalım. Mühendis, bir yandan
meslektaşlarının ürettiği teknolojiye ve mesleğine hayranken, diğer
yandan bu teknolojiyi hemen almakta direnç gösteren yöneticilerinin ya
da piyasanın bu davranışını anlamlandırmaya çalışır. Aslında her iki
davranış da kendi perspektifinden gayet sağlam gerekçelere sahiptir;
ancak bu düşük yoğunluklu çatışma hali, mühendis üzerinde her zaman bir
stres unsurudur.
Bilişim mühendisliğinde meslek odaları ve yetkinlik ölçümü
Mühendislik branşlarında meslek içi branşlaşma ve uzmanlaşma konusu,
meslek örgütlerinin kontrolünden tamamen çıkmış durumdadır. Hatta
ülkemizdeki bilişimle ilgili branşların meslek örgütlerinin
meslektaşlarının hak ve hukukunu savunmaktan bile tamamen kopmuş
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Şöyle örnek verelim: Elektrik,
elektronik, kontrol, haberleşme, vb. branşların bağlı olduğu oda,
Elektrik Mühendisleri Odasıdır (EMO). EMO’ya kayıtlı olmak, sadece
inşaat planlarındaki elektrik projelerine imza atma yetkisi olan
elektrik mühendisleri açısından anlamlıdır. Bu odaya kaydolmayan diğer
mühendislerin mesleki hayatlarında oda ile hiçbir ilişkisi olmaz,
odanın da onlarla... Farklı grupların meslek odası seçimi mücadelesinin
mevziisi durumuna düşmüştür.
Bilgisayar mühendislerine gelince… Onlar
da 2 yıl öncesine kadar EMO’ya bağlı kabul edilmişlerdi ve ancak 2012’de
kendi odalarını kurabildiler. Şu var ki, onlar da sadece lisans
diploması bilgisayar mühendisi olanları odalarına kabul ediyorlar. Yani
bilişimle uğraşan ve hatta yüksek lisans veya doktorasını bilgisayar
mühendisliğinde yapmış olan elektronik, haberleşme, vb. mühendislerini
bile odalarına kabul etmiyorlar!
Şimdi soru şu? Siz yabancı bir firmasınız ve Türkiye’de bilişim
firması kurmak üzere yatırım yapmak istiyorsunuz. Peki, aradığınız
branşlarda ve uygun niteliklerdeki mühendisleri nasıl seçeceksiniz?
Onların lisans mezuniyeti sonrasında edindikleri yeni yetenekleri veya
unuttukları şeyleri nasıl ve neye göre ölçeceksiniz? Hemen cevap
vereyim: Meslek odalarının bilişimle ilgili mühendislerin etkin ve
etkinlikleriyle ilgili hiçbir faaliyeti ve denetimi mevcut değildir. Bu
ölçüm konusunda tek başınasınız ve sadece bir takım mesleki
sertifikalarla, iş tecrübesi ve iş görüşmesi sırasında kendi
yapacağınız ölçümlerle karar vermek durumundasınız. Tabi firmaya
alınacak mühendisin seçiminde iş görüşmesinde yer alan ve ölçümü yapan
kişinin de bir başka mühendis olması bilişimci olmayan yöneticiler için
tedirgin edici bir durumdur.
Uzmanlık ve genel pratisyenlik ikilemi
Uzmanlık ve genel pratisyenlik ikilemi tıp alanında çok daha bildik
bir konu olsa da, mühendislikteki durum tıptan hiç de aşağı değildir.
Hatta tıptaki branşlaşmayı motive eden bilimsel ve teknolojik gelişimin
önemli bir kısmını mühendislik bilimleri çalışmaları oluşturduğundan,
buradaki gelişme ve branşlaşma hızı motive ettiği bilimlerden daha
fazla diyebiliriz. Bunun üstüne, eğitim kurumları ve meslek odalarının
bu branşlaşmayı yönetemiyor olmasını eklersek, hangi konuda hangi
mühendisin sözünü referans alacağımız konusu kolaylıkla bir problem
haline gelebilir. Yani bir yönetici için sorun bir mühendisi sadece işe
alırken onun yetkinliğini ölçmekle kalmaz, işe aldığı mühendislerin
hangi alanda sözlerinin ve eylemlerinin referans olması gerektiği de
sürekli dikkate alınması gereken bir ölçme ve karar verme problemidir.
Bu durumu hemen hepimiz bir doktora hasta olarak gittiğimizde bir
ölçüde yaşarız. Aldığımız cevabı ve teşhisi başka bir doktora daha
sormak (ya da sorma ihtiyacı hissetmek) yaygın karşılaşılan bir
durumdur. Ama mühendislikte uygulama pek öyle olmuyor. Bir mühendise
güveniyorsanız beraber çalışırsınız ve söylediklerini her defasında
sorgulamazsınız. Problem, mühendisin söylediklerinin farklı da
olabileceğini geç de olsa sonuçlarını gördüğünüzde anlarsınız ve belki
bir süre sonra yolunuzu ayırırsınız. Ancak yine ölçmekte zorlanacağınız
başka bir mühendis ile çalışmaya devam edersiniz.
Bu başlık altında “uzmanlaşma mı iyidir, yoksa genel pratisyenlik
mi?” tartışmasına değinmeden geçemeyeceğim. Malum uzmanlaşma
paradoksunu ifade etmek için şöyle denir:
“Uzman, giderek daha az konu hakkında daha fazla şey bilen kişidir. Öyle ki sonunda hiçbir şey hakkında her şeyi bilir.” Buna karşın, genel pratisyenlik için de şu ifade türetilir:
“Genel pratisyen giderek her şey hakkında daha az şey bilen kişidir. Öyle ki, sonunda her şey hakkında hiçbir şey bilir”.
Kişisel olarak bir mühendis gözüyle bu tür klişe ifadelerin herhangi
birine sarılmayı ve ardından bir grubun “daha iyi” olduğuna dair sonuç
çıkarmayı mühendisliğin temeli olan analitik yaklaşıma aykırı
buluyorum. Bilimsel ve analitik düşünce bize önermelerin kendi sınır
koşulları içerisinde doğru kabul edilebileceğini öğretir. Dolayısıyla
kimi koşullarda uzman, kimi koşullarda da genel pratisyen daha faydalı
ve doğrudur. Bununla birlikte hemen her meslekte bu iki grup arasında
bu tür bir çatışma olduğu da maalesef bir gerçektir.
Sağlık bilişimi ve bilişimcinin sağlıkla imtihanı
Buraya kadar, bilim ve teknolojinin mühendislik üzerindeki etkisini,
mühendislerin düşünme tarzını, ülkemizde bilişimle ilgili
mühendisliklerin meslek örgütlerinin durumunu, uzmanlıklarının ve
yetkinliklerinin ölçümündeki zorluklarını ve uzmanlık ile genel
pratisyenlik arasındaki ikilemi kısaca ifade etmeye çalıştım.
Bütün bu
yazdıklarımızdan, “bilişimci olmayan” yöneticiler için bilişimcilerle
çalışmanın zor ve bir miktar öngörülemez bir süreç olduğu, aynı
unsurların mühendisler için de bir stres sebebi olduğu anlaşılmıştır
diye düşünüyorum. Bütün bu saydığım koşullar, çalışma alanı sağlık
olduğundan birkaç derece daha zorlaşmaktadır. O yüzden şimdi bütün bu
koşullarla birlikte ülkemizdeki sağlık bilişimindeki şartları
inceleyip, hem mühendisler hem de onları yöneten ve genellikle mühendis
olmayan yöneticiler için kolaylaştırıcı bazı öneriler üretmeye
çalışacağım.
Sağlıkta mühendislerle çalışmanın zorlukları
Mühendisliğin ve bilişimin en çok kullanılması gereken alanlar
arasında bilginin en çok kullanıldığı sağlık sektörü üst sıralardadır.
Ancak bu yoğun etkileşim gereksinimi, beraberinde bazı yapısal ve
yöntemsel zorlukları da getiriyor. Bunlara ana başlıklar halinde
değinmeye çalışacağım:
Kamu şartları kaynaklı zorluklar
Sağlıkta hizmeti veren ve ödeyici kurumların önemli bir kısmı kamu
kurumudur. Bu nedenle istihdamın da önemli bir kısmını kamu
yapmaktadır. Kamunun aşağıda belirttiğim bazı koşulları mühendislerden
yeterince yararlanmanın önünde ciddi bir engel teşkil ediyor:
1. Ücret politikası: Kamunun ücret politikası, özel sektörde çalışan nitelikli mühendislerin kamuda çalışması önünde önemli bir engeldir.
2. Bilişime verilen önem: Kamu kurumlarının teşkilat
yapısında bilişimle ilgili daire ve genel müdürlüklerin isimleri,
görev tanımları ve yaptıkları işler ile olması gereken arasında ciddi
uçurumlar var. Çalıştığı kurumun bilgiye ve bilişime dayalı bir politika
yürütmesi halinde neler yapabileceği konusunda fikir ve ufuk sahibi
olan bir mühendis için, kurumunun bilişimi “teknik servis” seviyesinde
algıladığını görmek ya da yaptığı önerilerin “hayali” olarak görülmesi
ve küçümsenmesi delirtici bir durumdur. Nitelikli bir mühendis bu
ortamda uzun süre kalmaz.
3. Sürdürülebilirlik: Mühendisler üretmeye ve
geliştirmeye şartlandıkları için sürekli altyapıya, yeni projelere
yoğunlaşırlar. Yapılan her yeni projenin daha önceki çalışmalarla uyumu,
kendi emeğinin korunmasına da hizmet ettiği için sürdürülebilirlik ve
geriye dönük uyum konusunda son derece hassastırlar. Ancak bunları
sağlamak kamuda son derece zordur. Nitekim bir yönetici değiştiğinde
daha önce yapılanların büyük ölçüde atıl kalması, mükerrer ya da
uyumsuz yeni çalışmaların yapılması sıkça rastlanan bir durumdur.
Mühendis, bir yandan kendi emeğinin heba olduğuna, diğer yandan da kamu
kaynağının israf edildiğine şahit olur. Yeni projeler için şevki
azalır, üretkenliği düşer. Bu konuda şahsen önemli bir tecrübe edindim.
Altı yıl Dünya Bankası danışmanı olarak görev yaptığım Sağlık
Bakanlığında, mükerrer projelerin yapılmaması, altyapının
sürdürülebilir olması için çok ciddi mücadele verdik. Bir ölçüde de
başarılı olduk. Bakanlıktan ayrılacağım günlerde dönemin Sağlık Bakanı
Sayın Recep Akdağ ile yaptığım görüşmede, yapılan çalışmaların bizden
sonra heba olmaması adına önerilerde bulunurken, kamuda klişe olan bir
ifadeyi biraz revize ederek şöyle demiştim:
“Kamuda süreklilik esastır sözü, sürekli söylenen ama esası olmayan bir sözdür”.
Hakikaten, makro düzeyde devlet hep bâki ve ayakta; ancak mikro
düzeyde farkında olunamayan israf ve yanlış yatırım oldukça fazla. O
dönemde Sayın Bakanımız ve müsteşarlık yöneticilerinin bu konuda
olabildiğince hassas olduğunu hakkıyla teslim etmem lazım. Ancak buna
rağmen ülke olarak hala alınacak çok yolumuz olduğunu da söylemeliyim.
4. Mesleki tatmin: Kamudaki bilişim projeleri oldukça
büyük gövdeli ve mühendisleri cezbeden yeni teknolojilerin
kullanıldığı projeler olsa da etkinlik, verimlilik ve çalışma
metodolojileri açısından özel sektörün oldukça gerisindeler. Bu durum,
bu alanda uzun süre çalışan bir mühendisin özel sektördeki rakiplerinin
gerisinde kalmasına yol açabiliyor. Bu nedenle iyi bir projede
çalışıyor olsa da, özel sektöre dönmeyi düşünen bir mühendis uzun süre
kamuda kalmayı istemez.
Disiplin farklılığı kaynaklı zorluklar
Bir tarafta hepimizin hayatında yeri olan doktorlar; diğer tarafta
hayatın her yerinde olan mühendisler... Yaygınlık ve saygınlık
açısından her iki meslek grubunun da egosu oldukça yüksek. Bu iki
grubun birlikte çalışması gerektiğinde, haliyle bazı yeni sorunlar
ortaya çıkabiliyor. Karşılaşılan bazı zorlukları şöyle sıralayabiliriz:
1. Bilişimci olmayan yöneticiler: Hemen tüm kamu
kurumlarındaki bilişim departmanlarına baktığımızda idari görevlerde
kurumun asli görevi itibariyle barındırdığı kadroların hâkimiyetini
görürüz. Sağlık Bakanlığında bir doktoru, Maliye Bakanlığında bir
maliyeciyi, Diyanet’te bir ilahiyatçıyı bu birimlerin başında
görebiliriz. Bu yöneticilerin hepsinin “yönetici” olarak ehil insanlar
olduğunu düşünsek bile, eğitimini almadıkları bir alanda yöneticilik
yapmanın ve dahası başka bir meslek grubunu yönetmelerinin ne kadar zor
olacağını tahmin etmek zor değil. Bence bu örneklere göre daha normal
bir durum olsa da hastanelerin ve dolayısıyla kendilerinin başına
doktor olmayan profesyonel yöneticileri istemeyen doktorlar bu durumu
iyi anlayacaklardır diye düşünüyorum. Bilişimci bir yöneticinin gayet
kolay anlayacağı ve hemen kabul edeceği hususları, bilişimci olmayan
bir yöneticiye anlatmak gerçekten zordur. Basit benzetmeler yaparsanız,
uzun uzun ve fakat bu arada bilgiçlik taslamadan ve karşıdakine bu
konudan bazen hiç anlamadığını belli etmeden nazikçe ikna etme yoluna
giderseniz çatışmayı en az seviyeye indirebilirsiniz. Bu psikolojiyi
anlamaları için doktorlara şöyle bir öneride bulunabilirim: Tedavi
etmeye çalıştığınız hastanızın sizin yöneticiniz olduğunu düşünün. Ya
da hastanenin başına bir finansçıyı ya da insan kaynakları yöneticisini
koyduğunuzda başınıza gelenleri hayal edin. Çok farklı bir durum
değil. Ne var ki mühendisler, hastanelerinde doktor olmayan bir
yöneticiyi barındırmamayı başarabilen doktorlar kadar şanslı değildir.
Bir defa çalıştıkları yerler genellikle tamamen teknoloji şirketi olan
ve ağırlıkla mühendislerin çalıştığı ve yönettiği yerler değildir. Bu
nedenle azınlıktırlar.
Çalışma yeri sağlık kurumu olduğunda bir de
karşılarında müşteri ya da yönetici konumunda olan ve egosu yüksek bir
doktor grubu vardır. Bu tür durumlarda bilgi ve bilişime yeterince
saygı duymayan, üstelik yöneticilik yanı da iyi olmayan doktorlara rast
gelen mühendisler için hayat gerçekten çekilmezdir. Doktorlar için de…
2. Terminoloji sorunu: Halkın anlamadığı tıp
jargonu, hekimlerle hastalar arasındaki bilgi asimetrisinin aşılmaz bir
zırhı durumundadır. Mühendislerde de benzer bir durum vardır.
Kullanılan teknik terimleri mühendis olmayanlar büyük oranda anlamazlar.
Dolayısıyla daha başlangıçta doğru iletişim kurabilmek için bile bir
teknik altyapı ihtiyacı hemen göze çarpar. Bu durum benzer bir jargonu
kendileri de kullanıyor olsalar da doktorları çoğu zaman rahatsız eder.
Başkaları ve özellikle hastaları onları daha anlaşılır olmaya
zorlayamadığı halde, onlar mühendislere daha anlaşılır olmaları için
baskı yapabilirler. Bir noktadan sonra daha anlaşılır olamamak, işin
doğasına mâl edilmez ve genellikle mühendisin iletişim beceriksizliğine
mâl edilir (Gerçekten iletişim faciası olanlar da yok değildir tabi).
Diğer taraftan daha anlaşılır olmak için elinden geleni yapan bir
mühendis de zaman zaman ukalalık yaptığı algısından ve bunun
davranışlara yansıyan yan etkisinden kolay kurtulamaz.
3. Ego çatışması: Diğer pek çok sorunda bir payı olan
ego çatışması ayrıca da ele alınmalı aslında. Sağlık alanı dışında
çalışan bilişim mühendisleri, çalıştıkları yerde büyük ölçüde bilirkişi
ve değerli insan olarak kabul edilirken, sağlık alanında bu değer öyle
kolayca elde edilemez. Genellikle alınacak paye, çalışılan yerdeki
yegâne hâkim otorite olan (yönetici ya da kullanıcı) doktorun elindeki
erkin bir kısmından feragat etmesini gerektirir. İşin kötü yanı,
mühendisler de öyle kolay kolay kendi bildiklerinden vazgeçmezler.
Vazgeçerlerse de işlerini yanlış yaptıklarını düşünüp başka türlü
mutsuz olurlar.
Her iki tarafın da iş ve sonuç odaklı olduğu,
karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki tesis edebildiği ortamlarda bu
ikili çok başarılı işler yapabiliyorken, bunlardan uzak kalındığı
durumlarda süreğen bir stres hep var olur.
4. Çekiç-çivi sendromu: Diğer pek çok meslekte
olduğu gibi, mühendislikte de bazı ana branşlar kişinin tüm problemlere
çözüm üretme yaklaşımında baskındır. Bu ana branşlardan bazıları
sistem mühendisliği, güvenlik mühendisliği, yazılım mühendisliği, veri
mühendisliği, kullanılabilirlik mühendisliğidir. Eğer bir yöneticiyseniz
ve bilişim konusundaki danışmanınızın uzmanlığı güvenlik ise, atılacak
her adıma paranoyakça bakıp bilişim imkânlarının kullanımını azaltacak
şekilde öneriler vermesi doğaldır. Ya da bir sistem yöneticisi ile
çalışıyorsanız, size sürekli haberleşme altyapısı, sunucu sistemleri,
donanım havuzu, vb. konulardan yatırımlara sevk edecektir. Yazılım
mühendisinin de her ihtiyaç için bir yazılım geliştirmek gerektiğini
söyleyip dışarıdan yazılım almanıza engel olması sıkça karşılaşılan
davranış şeklidir. Kullanılabilirlik uzmanı da size uygulamaların
kullanışsızlığından bahsedip çoğunun yeniden yazılmasının şart olduğunu
söyleyebilir.
Eğer kendinizi “kandırılmış” hissetmek istemiyorsanız
neyi kime soracağınız konusunda kötü tecrübe edinmeden bilgi sahibi
olmalısınız.
Mesleki formasyon kaynaklı zorluklar
“Fuzzy” bir dünyada “binary” bakış sendromu
Mühendisler, başlangıçta da belirtiğim üzere analitik ve gerçekçi bir
süreç izlerler. Kullandıkları parametreler kesine yakın, süreçler de
deterministiktir. Sonuç bir ya da sıfırdır. Sürprizlere yer yoktur.
Eğer bir hata alındıysa, onun da mutlaka çok anlamlı bir açıklaması
vardır ve gözden kaçmasının sebebi, analiz aşamasında gündeme
gelmemesidir. Hatanın kaynağını bulan mühendis, sistemde dikkate alması
gereken yeni bir parametreyi daha keşfettiğini düşünür ve genellikle
bunu da hem kendisinin bir başarısı; hem de başlangıçta ihtiyacını iyi
anlatamamış olan kullanıcının eksikliği olarak algılar. Hâlbuki
diğerleri bu durumu çoğunlukla mühendisin beceriksizliği olarak
değerlendirir. Hangi hatada kimin ne kadar payının olduğu sürekli bir
muammadır. Gerçekte ise çoğu zaman her ikisi de geçerlidir.
Önermeler mantığı ile günlük hayat problemlerini konuşmak
Mühendislerin eğitim hayatı boyunca sıkça gördükleri teoremler
vardır. Bir teoremde birçok aksiyom (kabul) vardır. Eğer matematiksel
olarak bir teoremde yer alması gereken aksiyomları belirttiyseniz ve bu
aksiyomlar “imkânsız” değilse, onların gerçekleşme olasılığının düşük
olması sizin önermenize bir halel getirmez. Çünkü “kabul” ederek
ilerlemişsinizdir ve zaten aksiyomun olmadığı durum için de
teoreminizin doğru olduğunu iddia etmiyorsunuzdur. Matematiksel
ifadelerde anlamlı olan bu önermeler mantığı, günlük hayatta iletişimde
ve karar süreçlerinde kullanıldığında sorunlara neden olur. Örneğin
mühendislere farklı nedenlerden dolayı zor görünen bir konuda “şunu
yapmak mümkün mü” diye sorduğunuzda çoğunlukla size şöyle cevap
verdiklerini görürsünüz: “
Eğer… olursa ve eğer… olursa mümkündür!”
Mühendise göre kendisine düşen görevi yerine getirmiş, gayet
anlaşılır, matematiksel bir önermede bulunmuştur. Gerisi onu anlaması ve
karar vermesi gereken kişiye kalmıştır. Aslında bir iletişim kazasına
neden olan bu tür durumlarda şu iki durumu sıklıkla gözlemlemişimdir:
1. Yönetici aldığı cevaptaki
eğer ile başlayan şart ifadelerine değil, sonundaki
mümkündür
ifadesine odaklanıverir ve hatta mühendisin ona “bu iş gayet kolay”
dediğini düşünür. Hemen o işin yapılması için talimat verir. Bir süre
sonra
eğer koşullu cümlelerindeki şartlar yerine gelmediğinde
ya da kısmen geldiğinde çıkan sorunlardan mühendisi sorumlu tutar veya
onun kendisini kandırdığını düşünür.
2. Yönetici,
eğer koşullu cümlelerine dikkat kesilir ve
aslında bu koşulların yerine gelmesindeki zorlukları hemen algılayıp,
bu defa da “Bu koşulların olması neredeyse imkânsız, bana neden doğrudan
bu işin olmayacağını söylemiyorsun?” diye mühendisi suçlar. Hakikaten,
yöneticilerin beklediği cevaplar kısa ve nettir. Hâlbuki “katıksız”
bir mühendisin jargonunda imkânsız diye bir şey yoktur, gerekli
koşullar sağlanırsa neden olmasın diye düşünür ve kendini koşulları
ifade etmeye zorlar. Bu mantığın çok baş ağrıttığını gören ve bir
şekilde kendini değiştirebilen mühendisler yönetimle daha uyumlu
çalışabilirler. Ancak sayıları az olan bu mühendisler, bu uğurda
mühendislikten biraz uzaklaşmak, biraz da yönetici perspektifine
yaklaşmak durumundadırlar.
Sonuç
Hepimiz mutlu ve başarılı olmak isteriz. Ancak bunu elde edebilmek
için içinde bulunduğumuz ortamı iyi tanımamız ve olabildiğince uyum
sağlamamız gerekiyor. Özellikle sağlık alanındaki gözlemlerimden yola
çıkarak, hem mühendislere, hem de onlarla çalışan kullanıcı ve
yöneticilere bir dizi öneride bulunmak istiyorum:
Bilişimci olmayan yöneticiler için öneriler
1. Bilişimcilere hak ettikleri saygıyı mutlaka gösterin.
2. Ancak
kendi disiplini dışındaki disiplinlere saygı göstermeyen,
değişime ve gelişime kapalı olan mühendislerden uzak durun.
3. Ekibinizi kurarken öncelikle işiniz için gerekli olan uzmanlık
alanlarını iyi belirleyin. Bu arada
size yakın çalışacak mühendislerle,
uzak ve sadece belirli alanda çalışacak mühendislerde farklı
özellikler arayacağınızı unutmayın.
a. Size yakın mühendislerde iş tecrübesi yüksek genel pratisyenlik
(genel uzmanlık da denebilir) özelliğini daha çok ararken, size uzak
olanlarda spesifik uzmanlık özelliğini önemseyin.
b. Bu ikisi arasındaki farkı ayırt etmek için yeterli teknik bilginiz
yoksa görüşünde çok iddialı ve ısrarlı olan kişilerin genel pratisyen
olamayacağını ve size yakın çalışamayacağını aklınızda tutun. Bunlar ya
gerçekten sadece bir alanın uzmanıdırlar ve size uzak da olsa
çalışabileceğiniz kişilerdir; ya da çok az şey bildiğini gizlemeye
çalışa kişilerdir. Bunu ölçmenin bir yolunu arayın.
4. Önemli bir konuda karar alacağınız zaman, doğru uzmanlıktaki
kişilere sorduğunuzdan emin olmaya çalışın. Farklı uzmanlıkların az ya
da çok mesleki deformasyonu olacağını unutmayın ve aldığınız cevapları
size yakın çalışan tecrübeli genel uzmanlarla teyit edip olgunlaştırın.
5. Mühendise sorduğunuz ve “…mümkün mü?” şeklinde biten
cümlelerin, onlar için bir çeşit meydan okuma olduğunu unutmayın. Bu
sorunun muhatabı mühendis tüm şartları zorlayacak ve bir sürü “
Eğer… olursa...” cümlesi kurarak sizin sorunuza “
Mümkündür”
demeye çalışacaktır. Bu soru kalıpları yerine “Sen olsan yapar
mısın?” diyebilirsiniz. Ya da mümkünse kendi sınır koşullarınızı
açıklayarak “Kaynaklar, zaman ve diğer şartlar şu şekilde olduğunda
yapmak optimal midir?” gibi bir soru sorabilirsiniz. O zaman yelkenleri
indirip koşul cümlelerindeki zorlukları daha çok vurgulayarak size
dönüş yapacaktır.
6. Mühendislerin verdiği cevaplarda yer alan koşullu cümleleri önemseyin.
7. Mühendislerin cevaplarında yer alan koşullu cümleleri çok kullanan veya hiç kullanmayan profilleri ayırt edin.
a. Bu koşullu cümlelerin fazla kullanılması sizin onlara zor işler
yüklüyor olduğunuzun ya da “Hayır cevabını kabul etmediğinizin”
belirtisi olabileceği gibi mühendisin sadece kendi paradigmasına göre
cümle kurma ısrarından kaynaklanıyor da olabilir.
b.
Koşullu cümle hiç kullanmayan ve kısa cümlelerle hayatın
doğrularını ve yanlışlarını tanımlayan mühendisten uzak durun. İşini
bilmeyen ya da farklı parametrelerin olabileceğini göz ardı eden biri
olması kuvvetle muhtemeldir.
Bilişimci olmayan yöneticiler ile çalışan mühendisler için öneriler
Şüphesiz etkileşimin diğer tarafında da bilişim mühendisleri var ve
onların da dikkat etmesi gereken hususlar çok fazla. Özellikle sağlık
bilişimi alanındaki hayatı kolaylaştıracağına inandığım bazı önerilerim
şunlar:
1. Yöneticinize mutlaka gereken saygıyı gösterin.
2. Yöneticinin isteklerinde, sorularında veya kararlarında kaçınılmaz
olarak ortaya çıkacak ve bilişimle ilgili “bilgi eksikliği kaynaklı”
durumları yönetime karşı saygınlığınızı kazanma aracı olarak
kullanmayın. Bu eksikliklerin güzel bir şekilde kapatılması için
iletişim halinde olun.
3. Kullandığınız jargonun anlaşılmaz olmasını ya da belirli konularda
sadece sizin bildiğiniz bilgileri kendi güç alanınızı oluşturmak için
asla kullanmayın. Daha anlaşılır konuşmaya ve bilgiyi paylaşmaya gayret
edin.
4. Kısa ve net cevap bekleyen yöneticiyle, ikna edilmeyi seven ve
gerekçeleri anlamak isteyen yöneticileri ayırt edin, her ikisine de
beklentisine yetecek şekilde cevaplar vermeye gayret edin.
5. Bilişimle ilgili size her sorulan soruya tatmin edici cevap vermek
zorunda değilsiniz. O bilgiye nasıl ulaşacağınızı, nasıl teyit
edeceğinizi ve nasıl uygulayacağınızı söyleyebilmeniz de önemli bir
katkıdır. İyi mühendis her şeyi bilen değil; neyi bilmediğini iyi
bilendir. Gerektiğinde ehlinden danışmanlık almaktan imtina etmeyin,
yöneticinizin almak istediği danışmanlıklara karşı koymayın.
6. Her işin sizin söylediğiniz gibi yapılmasını beklemeyin.
Çalıştığınız kurumda sizin etkinizin bileşke kuvvete etki eden
kuvvetlerden sadece biri olduğunu; diğer kuvvetlerin de anlamlı ve
gerekli olduğunu unutmayın.
7. İddialı olmayın. İddialı olmak, doğrunun/hakkın sizin
bildiklerinizden ibaret olduğu varsayımına dayandığı için bizzat hakka
saygısızlıktır. Kendinizce çok doğru olduğunu düşündüğünüz şeyler,
aslında ilerlemenizin önündeki engeller olabilir.
8. Sabit fikirli olmayın. Ama görüşünüzü değiştirmek için hakkınız olan rasyonel açıklamalardan da feragat etmeyin.
9. Başka bir mühendisin görüşü size aktarıldığında burun kıvırmayın.
Bu görüşü hangi koşullarda hangi durum için söylediğini, mühendisin
bilgi seviyesini anlamaya çalışın, sonra sadece kendi görüşünüzü ifade
edin. Farklı düşünmek, küçümsemeyi veya görmezden gelmeyi gerektirmez.
10. Bilişim projelerinde ferdi başarı ya da başarısızlık yoktur.
Ürettiğiniz şeylerde ortaya çıkan hatalar, sadece son kullanıcının
ihmali olamaz. Hatadan kendi payınıza düşeni alın, ama fark ettiğiniz
kadarıyla yöntem ve iletişim konusunda diğer aktörlere düşen görevleri
de paylaşın.
SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi, Aralık-Ocak-Şubat 2014-2015 tarihli 33.sayıda, sayfa 68-73'de yayımlanmıştır.