(Bu yazı SD Platform dergisinin 8. sayısında Eylül 2008'de yayınlanmıştır).
Bilişimle büyüyen sorun: mahremiyet
Hayatı
kolaylaştırma, verimliliği artırma ve mobil hizmet özellikleri sayesinde
bilgisayar ve Internet’in hayatımıza oldukça hızlı bir şekilde girmiş olması, bireylerin
ve toplumların bu ürünleri nasıl, nerede ve ne için kullanacağı konusunda doğru
ve sağlıklı bir kültürün oluşmasını zorlaştırmıştır. Sağladıkları faydalar
nedeniyle kullanıcılar tarafından sorgusuzca kabul gören bu ürünler, son günlerde
yol açtıkları sorunlar nedeniyle önemli tartışmaların odağına yerleşmiş durumdadır.
Bu sorunların başında ise, kişisel bilgilerin, özellikle de kişisel sağlık
bilgilerinin mahremiyetinin ihlali yer alıyor.
Sağlık
sektörü, bilişim konusunda hızlı bir yükseliş yaşamaktadır. Özellikle son 20
yılda, hastanelerde, sağlık ocaklarında, aile hekimlerinde, laboratuarlarda,
görüntüleme merkezlerinde, kan ve doku bankalarında müstakil ya da birbiriyle
entegre bilgi sistemleri kullanılıyor. Hatta bu bilgi sistemleri, sağlık
hizmetinin verimini ve kalitesini artırmak için vazgeçilmez araçlar olarak
görülmeye başlandı. Bunun neticesi olarak daha önceleri ciddi bir sorun olarak görülmeyen
veya en azından bir ihlal söz konusu olsa bile faili kolaylıkla bulunabilen
kişisel mahremiyet konusu hepimizi hazırlıksız yakalamış önemli bir sorun
olarak karşımızda durmaktadır.
O
kadar hazırlıksız yakalandık ki, tıp, hukuk ve bilişim uzmanları bu konuyu
tartışmak üzere bir araya geldiklerinde, sorunu doğru bir şekilde tanımlamakta
bile zorlanmaktadırlar. Diğer taraftan, bilişim imkânlarının şimdiye kadar
mahremiyet konusu dikkate alınmadan kullanılagelmiş olması, mahremiyeti koruma
adına alınabilecek önlemlerin, şimdiye kadar kullanmaya alıştığımız bilişim imkânlarının
bir kısmından feragat etmemizi gerektirecektir ki, bu dahi problemin çözümünü
zorlaştıran önemli bir etken olacaktır.
Ancak,
bireysel hak ve özgürlüklerin giderek önem kazandığı modern dünyada, kişisel
bilgilerin mahremiyeti konusu bir an önce ve ülke şartlarına uygun bir şekilde
çözülmek durumundadır.
Kavramları
doğru kullanmak
Sağlık
bilgilerinin mahremiyeti konusunda çözüm bulmak amacıyla bir oturum
yapıldığında ilk göze çarpan şey, tarafların konuyu doğru tespit etmekte
zorlanmalarıdır. Tıp, hukuk ve bilişim uzmanları, meseleyi alışageldikleri
kavramlarla tanımlamaya gayret ettikleri için, sorunu doğru tarif eden bir
kavram üzerinde uzlaşmakta zorlanmaktadırlar. Bu arada, aynı kavramın, farklı
disiplinler tarafından farklı algılanması da ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ortada dolaşan kavramlardan bazıları şunlardır: “Gizlilik”, “güvenlik”,
“bilgi güvenliği”, “hasta güvenliği”, “mahremiyet”,
“özel yaşam”, “kişisel haklar”.
Tartışma
sırasında bunlardan birkaçı peşpeşe zikredildiğinde, bu kavramların taraflarda uyandırdığı
anlamlar farklı olduğundan, problemi tanımlama ve çözüm için ortak bir tartışma
zemini bulmakta zorlanılmaktadır.
Örneğin,
“güvenlik” kavramı, bilişim dünyasında veri ve ağ güvenliği
kapsamında anlaşılan ve başlı başına bir sektör haline gelmiş müstakil bir branştır.
Bugün artık bilgi güvenliği alanında çalışan sertifikalı bilişim uzmanları
mevcuttur. Bu uzmanlardan güvenli bir bilgi sistemi kurmaları istendiğinde, askeri
yöntemleri andıracak bir metodoloji takip ederler. Önce korumaları gereken
değerleri (veri, verinin bütünlüğü, sürekli ve istikrarlı hizmet sunumu,
kurumsal saygınlık vb.) güvenlik altına alabilmek için optimum maliyetle
uygulanacak “güvenlik politikaları” geliştirirler. Politikanın
belirlenmesi için öncelikle bir “risk analizi” yapılır. Risk
analizinde sırasıyla, korunacak değerlerin envanteri çıkarılır, ardından bu
değerlerin kime ve hangi tehditlere karşı korunacağı konusunda analizler
yapılır. Tehditlerin türleri, geliş şekil ve yöntemleri düşünülür. Muhtemel bir
zarar karşısında ivedi ve orta vadeli “geri kazanma maliyetleri”
hesap edilerek, bir değeri korumak için ne kadar maliyete katlanılabileceği
gibi gayet teknik çalışmalar yapılır.
Neticede
ortaya çıkan politika, kuruma ait bir politikadır. Bu nedenle kurumda çalışan
kişilerin hizmet sözleşmelerine bile dâhil edilir ve imza ile teminat altına
alınır. Sonuç olarak, bir bilişimci “güvenlik” söz konusu olduğunda ne
yapacağını gayet iyi bilir. Yeter ki, bu mühendislik çalışması için probleme
ait sınır koşulları mevcut olsun. Ancak “hasta bilgilerinin güvenliği”nden
bahsedip, sınır koşullarını tanımlamazsak, bilişimcinin kafasında canlanan şey,
sunucu güvenliği, saldırılara karşı önlemler ve kendi içerisinde yetkilendirme
özelliği olan otomasyon sistemlerinin kullanılması gibi oldukça temel
önlemlerden ibarettir ki, bunlar mahremiyet ihlallerinin önlenmesi için yeterli
olmayan oldukça teknik konulardır.
Örneğin
hangi doktorun, otomasyon içerisinde yer alan bir sağlık verisine hangi
şartlarda erişebileceği ve bunun nasıl denetleneceği gibi konular bilişimcinin
ilk aklına gelecek konular arasında yer almaz. Kaldı ki, bir bilişimci bunlara
çözüm bulmayı kendi uzmanlığı kapsamında da görmez. Bilişimcinin güvenlik
politikası belirleyebilmesi için “sınır koşullar” olarak algılanmak üzere daha
önceden hazırlanmış bir mevzuat olmalıdır. Bu nedenle mahremiyet konusu, sadece
güvenlik uzmanı bilişimcilerin eline bırakılmayacak kadar çok yönlü bir
problemdir. Zaten ileride açıklayacağımız üzere, sorun da tam bu noktada
başlamaktadır.
Kavram
uyuşmazlığı konusuna bir başka örnek de belki “hasta güvenliği”
kavramıdır ki, temel anlamda “hastalara yardım ederken, zarar vermekten kaçınma”[1]
şeklinde tariflenmiştir. Tıp disiplini tarafından, hastaya verilen sağlık
hizmetinde yükselen bir değer olan “hasta güvenliği”, bir çatı kavram olarak
hastanın kişisel mahremiyetini de kapsayabiliyor olsa da, doğrudan bu anlamı
çağrıştırdığını ve mahremiyet konusunda düzenleyici hususlar ortaya koyduğunu söylemek
zor. Nitekim sayıları giderek artan hasta hakları dernekleri bile, hangi hakkın
hangi şartlar altında sahip olunduğu ve bu hakların nasıl korunacağı konularındaki
belirsizliklerden şikâyetçidirler. Dolayısıyla sağlık bilgilerinin mahremiyeti konusunda
daha net ve tanımlayıcı bir kavrama ihtiyaç var.
Kavram
uyuşmazlığına bilişim ve tıp alanında birer örnek vermişken, bir örnek de hukuk
disiplini için verelim... “Hasta hakları”. Malum hukuk, “haklar”
anlamına geldiğinden, içerisinde hak geçen herşey, hukukçular açısından kanunlarla
güvence altına alınması gereken değerler olarak görülmektedir. “Hasta hakları”
söz konusu olduğunda da, hukukçuların aklına gelen ilk anlamlar, Hasta Hakları
Yönetmeliği’nde bahsedildiği üzere, “(...) Sağlık hizmeti verilen bütün
kurum ve kuruluşlarda ve sağlık kurum ve kuruluşları dışında sağlık hizmeti
verilen hallerde, insan haysiyetine yakışır şekilde herkesin "hasta
hakları"ndan faydalanabilmesine, hak ihlallerinden korunabilmesine ve
gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen kullanabilmesine dair usul ve
esasları düzenlemek (…)[2]
şeklinde oluşmaktadır.
Hasta
haklarını düzenlemek üzere kaleme alınan bu yönetmelikte, bizim konumuz olan
hasta bilgilerinin mahremiyeti 21. Madde’de (Mahremiyete Saygı Gösterilmesi) ele alınmakta ve bu kavrama şu
anlamlar yüklenmektedir: “Hastanın, mahremiyetine saygı gösterilmesi
esastır. Hasta mahremiyetinin korunmasını açıkça talep de edebilir. Her türlü
tıbbi müdahale, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edilir.
Mahremiyete saygı gösterilmesi ve bunu istemek hakkı; a) Hastanın, sağlık
durumu ile ilgili tıbbi değerlendirmelerin gizlilik içerisinde yürütülmesini (...)
kapsar”.
Görüldüğü
üzere, bu yönetmelikte hukukçuların diliyle neyin hak olduğu ifade edilse de,
bu hakkın “nasıl” ve hangi şartlarla elde edileceği ve korunacağı açıklanmamıştır.
Hele hele bir bilgi sistemi ortamında “bir tık uzaklıkta” olan hasta
bilgilerinin kimler tarafından ve hangi şartlar altında erişilebileceği, bir
ihlal söz konusu olursa ne olacağı tariflenmemiştir. Netice itibariyle, sağlık
verilerinin mahremiyeti söz konusu olduğunda hukukçuların konuya bakışı, mevcut
mevzuat çerçevesinde yapılan düzenlemelerden (ecnebi tabiriyle “as is”)
ibaret oluyor ve olması gereken konusunda (“how to”) fikir yürütülmesi tek
başına hukukçuları aşan bir konu olduğundan ilerleme kaydedilemiyor.
Yaygın
olan bir diğer kavram hatası da “güvenlik” ile “gizlilik”
arasında yaşanıyor. Bir şeyin gizli olması ile güvenliğin sağlandığı gibi
yanlış bir kanı var ortada. Halbuki tek başına gizlilikle, bir başka deyişle
meçhuliyetle güvenlik (security by obscurity) tesis edilmez. Gizlilik,
güvenlik için kullanılan bir yöntem olsa da, bir şeyin gizli olması ile güvenli
olması aynı şey değildir. Bir şeyin gizli olması, onun “erişilemez, bulunamaz”
olduğu anlamına gelir. Hâlbuki güvenlik, bir şeye sadece izin/yetki
verilenlerin erişebilmesi anlamına gelir. Örneğin, bir evin anahtarının yerinin
gizli olması, ev sahibi için değil, yabancılar için geçerlidir. Dolayısıyla,
anahtar güvenli bir yerdedir, ama mutlak gizli değildir.
Sonuç
olarak, farklı uzmanlık alanlarının birlikte çalışabilmesi için, öncelikle aynı
dili konuşmaları zorunlu olduğundan, akademik ya da pratik alanda, bu konuda
yapılacak bir çalışmada öncelikle bir kavram çalışmasının yapılmasında fayda
olduğunu düşünüyorum.
Çözüme
yakın mıyız?
Çözüme
ne kadar yakınız diye baktığımızda, yukarıda açıklamaya çalıştığımız kavram
kargaşasının, çözüme yakınlığımıza da sirayet ettiğini görüyoruz. Şöyle ki,
sağlık bilişimi konusunda çalışan firmalar (ve hatta Sağlık Bakanlığı), kendilerine
mahremiyetle ilgili yöneltilen sorular karşısında her fırsatta sistemlerinin
son derece “güvenli” olduğunu telkin ediyorlar. Burada soruyu soranın
“mahremiyetten” neyi kastettiği, “sistemimiz güvenli” diye cevap verenin de
güvenlikle mahremiyeti nasıl ilişkilendirdiği anlaşılamadığından, müzakereler
de sağlıklı ilerlemiyor. Bu durumda da, mahremiyet konusunda çözüme ne kadar
yakın ya da uzak olduğumuzu bile çözümlememiz güç oluyor. Benzer diyaloglar,
hukukçular, hekimler ve bilişimciler arasında ikili kombinasyonlar halinde
devam ediyor. Sanki problemin etrafında dolaşıyoruz da, bir türlü parmağımızı
doğru yere bastıramıyoruz gibi bir durum var. Bu çerçeveden baktığımızda,
bendeniz probleme yakınlığımızı dahi ölçmekte zorlandığımızı düşünüyorum.
Bu
arada, Sağlık Bakanlığı’nın mahremiyet konusunda yıllardır Medula sistemi ile
sağlık verisi toplayan SGK’ya ve diğer pek çok kuruma göre bu konuda daha
hassas olduğunu da vurgulamamız lazım. Nitekim Sağlık Bakanlığının 2005
yılında yayınladığı bir Veri Güvenliği Genelgesi mevcut[3].
Şu sıralarda bu genelgenin daha detaylandırılarak güncellendiğini de biliyoruz.
Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi, bu konu ne sadece bilişimcilerin, ne de
hekim veya hukukçuların çözüm getirebileceği bir konu. Bu nedenle, böyle bir
genelgenin sadece Bilgi İşlem Dairesi tarafından kaleme alınmış olması bile,
meseleye eksik yaklaştığımızın göstergesidir. Nitekim bu genelgede, “verilerin
hastanın izni olmadan başka kurumlara/şahıslara verilmemesi” gibi esasları
getirilmiş olsa da, bunun nasıl yapılacağı tarif edilemediği için, uygulanabilir
olmaktan uzak kalmaktadır.
Problemi
tanımlama denemesi
Kavramların
yanlış anlaşıldığını veya hatalı kullanıldığını söyledikten sonra, “meselenin
aslı şudur” diye kesin bir ifade kullanmak haddi aşmak olur sanırım. Bu
nedenle, sağlık sektöründe tecrübeli bir bilişimci olarak, diğer ülke
örneklerinden de yola çıkarak sadece bir tanımlama denemesi yapabilirim.
Öncelikle
doğru kavramı tespit etmek lazım. Yabancılar, bu kavram için güvenliğin
karşılığı olan “security”, ya da hakkın karşılığı olan “right” gibi kavramları
kullanmıyorlar. Yaygın kullanım, eş anlamlı da kullanılabilen “privacy” ve
“confidentiality” şeklindedir. Her iki kelime de mahremiyet ve özel/kişisel
yaşam anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla bizim de kullanmamız gereken kavram,
bu anlamları ve maksadımızı daha iyi karşılayan “mahremiyet”, “özel yaşam” ya
da “kişisel yaşam” olmalıdır. Ben mahremiyet kavramını tercih ediyorum.
“Sağlık
verilerinin mahremiyeti” probleminin tanımına gelince şunları söyleyebiliriz: Sağlık
verilerinin mahremiyeti, bir verinin kimler tarafından ve nasıl
oluşturulabileceği, nasıl, ne kadar süreyle ve nerelerde muhafaza
edilebileceği, verilerin hangi durumlarda, hangi yollarla ve nerelere transfer
edilebileceği, verilere kimler tarafından ne kadar süreliğine ve hangi
onay(lar)la erişilebileceği, erişimin nasıl kayıt altına alınabileceği ve yine
erişimlerin de kimler tarafından sorgulanabileceği konularının düzenlenmesi
problemidir. Bu problemin sınır koşulları, halen yürürlükte olan kanunlar ve AB
kriterleri ile birlikte, hasta hakları, tıp ve hukuk uzmanlarının uygulanabilir
gördüğü esaslardır. Çözüm, bu daire içinde belirlenmeli, yasalaşmalı ve pratiğe
geçirilmesi için bilişim uzmanlarının çalışması istenmelidir.
Kısacası
verinin hayat çevrimi boyunca başına gelebilecek tüm muhtemel senaryolar için
düzenlemelerin yapılması gereklidir.
Bir
paragrafta ifade etmeye çalıştığım kurallar (sınır koşullar) yasalarla
belirlendikten sonra, bilişimcilerin bu kurallara uygun bir Güvenlik Politikası
belirlemesi oldukça kolaydır. Mevcut teknolojik imkânlar, verinin saklanması,
transferi ve erişilmesi gibi durumlarda ihtiyaç duyduğumuz tüm unsurları bize
sağlamaktadır. Ancak, bu kuralların belirlenmesi, sanıldığı kadar kolay
değildir. Örneğin, hastaneye gelen bir hastanın üroloji polikliniğindeki
bilgilerinin, psikiyatri polikliniği tarafından görülebilmesinin ya da
hastanede yapılan işlemlerin, hastanın aile hekimi tarafından görülebilmesinin
ve benzer pek çok erişim senaryosunun ne kadar gerektiği ya da gerekmediği,
hekimler ve hasta hakları savunucuları arasında bitmeyen bir tartışma konusu
olacaktır, olmaktadır.
Diğer
ülke örnekleri
AB’ye
girme yolunda ilerleyen bir ülke olarak bu konuda AB’nin nasıl bir yol
izlediğine bakarsak, sanırım zaman kazanmış oluruz. AB kriterlerine göre,
sağlık verisinin sahibi hastanın kendisidir ve acil durumlar hariç hastanın
onayı (patient consent) olmadan sağlık verilerine erişilmesi
yasal değildir[4].
Ancak, bunun nasıl uygulanacağı elbette çok karmaşık ve çoğu yerde de
fazlasıyla teknik bir konu olduğundan, AB parlamentosu uygulamayı tariflerken,
e-sağlık alanında ISO (International Organization for Standardization) ve CEN
(the European Committee for Standardization) tarafından belirlenmiş pek çok
standardı referans etmiştir[5].
Bu standartlardan bazıları şunlardır:
-
Elektronik
Sağlık Kaydı sistemi kayıt standardı, CEN 1306
-
Elektronik
Sağlık Kaydı sistemi kayıt yönetimi standardı, ISO 14589
-
Elektronik
sağlık kayıtlarının arşivlenmesi için güvenlik gereklilikleri, ISO TC 215/SC
-
Bilgi
sistemleri için açık arşivleme standardı, ISO 14721
Benzer
düzenlemelerin 1996’dan beri ABD’de yürürlükte olan meşhur HIPAA (Health
Insurance Portability and Accounting Act)[6]
yasasında da yapıldığını görmekteyiz. HIPAA yasa metni, içerisinde
bilişimcilerin kullandığı UML (Universal Modelling Language) diyagramlarını
içeren, teknik yönü ön plana çıkan bir dokümandır. Öyle ki, verinin hayat
çevrimi içerisinde başına gelebilecek senaryolar bu diyagramlarla gösterilmiş
ve hangi aktörlerin, hangi durumlarda verilere erişebileceği modellenmiştir. Böylelikle
konu, sadece hukukçular ve hekimlerin değil, en az onlar kadar bilişimcilerin
de kolay anlayabileceği bir formda sunulmuştur.
Bununla
birlikte, HIPAA’nın pratiğe aktarılması, hastaya verdiği haklar nedeniyle kimi
zaman sağlık hizmetinde aksamalara neden olduğu ya da hekimin hizmetten feragat
etmesine yol açtığı iddia edilmektedir. Yine ABD’deki mahkemelerin HIPAA yasası
gereği açılan pek çok davayla uğraşmak zorunda kaldıkları da şikâyet edilen
diğer bir konudur.
Sonuç
olarak bu konuda yasal çalışmasını tamamlamış ve uygulamakta olan ülkeler,
özellikle hastaya önemli haklar vermişler, fakat bu durumun başka önemli
sorunlara yol açtığını da tecrübe etmeye devam ediyorlar.
Çözüm
için öneriler
Sağlık
verilerinin önemi ve mahremiyeti konusunda referans alabileceğimiz yasalar,
Anayasa’nın özel hayatın gizliliğini düzenleyen 20. Maddesi, Medeni Kanun’un 23
ve Türk Ceza Kanunu’nun 135. Maddeleridir. Ancak bu kanunlar, bırakın özelde
sağlık verilerin mahremiyetini korumayı, sağlıkla ilgili olmasa bile diğer
kişisel verilerin mahremiyetini bile detaylı şekilde düzenlemekten uzaktır. Diğer
taraftan bu kanunları bir araya getirdiğinizde konuya bir bütün olarak
bakmadıklarını görüyoruz. Bu nedenle kişisel verilerin mahremiyeti konusunu bir
bütün olarak ele almayı ve düzenlemeyi hedefleyen Kişisel Verilerin Korunması
Kanunu tasarısı hazırlanmıştır. Ancak yaklaşık 10 yıldır gündemde olan bu tasarı
hala yasalaşmamıştır.
Yasal
durum böyleyken sağlık kurumları, aile hekimleri, kan ve doku bankaları,
laboratuarlar, uzaktan radyoloji ve pataloji gibi alanlarda TeleTıp hizmeti
veren kurumlar, gün geçtikçe bilişimi daha fazla kullanıyorlar ve tüm
kayıtlarını elektronik ortamda saklıyorlar. Sağlık Bakanlığı, hazırlıksız
yakalandığımız bu durumu bir nebze olsun düzenleyebilmek için, başta yukarıda
zikrettiğimiz Veri Güvenliği genelgesi olmak üzere bir dizi adım atmış durumda.
Örneğin,
Mart 2008’de Ankara Barosu, Türk Tabipler Birliği, Hasta Hakları Dernekleri ve
diğer pek çok ilgili kurumu toplayarak bu problemi masaya yatırmış ve en azından
bir zihin egzersizi yapılmasını sağlamıştır. Bu çalıştayda herkesin mevcut
durumdan rahatsız olduğu ve yürürlükteki mevzuatın uygulamalardan çok geride
olduğu konusunda mutabık olduğu gözlemlenmiştir.
Kanaatimce
bundan sonra atılması gereken adımlar şunlardır: Her şeyden önce bizim yukarıda
bir denemesini yaptığımız üzere, tarafların mutabakatıyla problemin tam olarak
ne olduğunun tespit edilmesi gereklidir. Ardından, Kişisel Verilerin Korunması
Yasası (henüz tasarı olsa da) referans edilerek, müstakil bir “e-sağlık
yasası” hazırlanmalıdır. Bu yasa, bir temel yasa olmalı ve elektronik
sağlık verilerinin nasıl ve hangi standartlara göre saklanacağı gibi teknik
konuların kimler tarafından belirleneceği ve sağlık verisinin hayat çevriminde
başına gelebilecek her türlü senaryoyu tariflemelidir. Bunun için ya mevcut
TSE, ISO veya CEN standartlarına referans edilmeli, ya da bu konuların kimler
tarafından düzenlenebileceği belirtilmelidir. Bununla birlikte, sağlık
verilerinin mahremiyetinin ihlali söz konusu olduğunda bunun nasıl tespit
edileceği ve ne tür müeyyidelerin uygulanacağı da açıkça belirtilmelidir.
Kanaatimce,
bu hedeflere ulaşılması önümüzdeki 5 yılı içinde olabilecektir. Ancak, bu kadar
beklemeye tahammülümüz var mı, hep birlikte göreceğiz...
Kaynaklar
1. SD Platform,
Sayı 7, Medine Budak, “Hasta Güvenliği Kültürü”
2. Sağlık
Bakanlığı, Hasta Hakları Yönetmeliği, 01.08.1998, Resmi Gazete No. 23420
3.
www.saglik.gov.tr (Sağlık Mevzuatı,
Genelgeler, Bilgi İşlem Daire Başkanlığı)
4. Avrupa
Parlementosu ve Konsülünün 24 Ekim 1995 tarihli ve 95/46/EC sayılı Yönergesi
(Resmi gazete L 281/31 of 23.11.95).
5. AB Bilgi
Güvenliği Politikaları Analiz Raporu, Temmuz 2007, Sağlık Bakanlığı Bilgi İşlem
Daire Başkanlığı
6.
http://www.hhs.gov/ocr/hipaa/
[1] Bkz: SD Platform, Sayı 7,
Medine Budak, “Hasta Güvenliği Kültürü”
[2] Sağlık Bakanlığı, Hasta
Hakları Yönetmeliği, 01.08.1998, Resmi Gazete No. 23420
[4] Avrupa Parlementosu ve
Konsülünün 24 Ekim 1995 tarihli ve 95/46/EC sayılı Yönergesi (Resmi gazete L 281/31
of 23.11.95).
[5] AB Bilgi Güvenliği
Politikaları Analiz Raporu, Temmuz 2007, Sağlık Bakanlığı Bilgi İşlem Daire
Başkanlığı