(Bu yazı SD Platform dergisinin 9. sayısında Aralık 2008'de yayınlanmıştır).
“Karar verme”nin en zor olduğu durumlar,
şüphesiz verilecek karar sonucu insan hayatının etkileneceği durumlardır. Tek
bir insan hayatını etkileyen kararları vermek dahi son derece zor iken, karardan
etkilenecek insanların sayısı arttıkça bu zorluk çok daha kritik seviyelere
ulaşmakta ve “karar vericiyi” önemli bir mes'uliyet altında bırakmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, örneğin bir “savaş ilanı kararı” ne denli güçtür,
düşünelim. Belki de bu nedenle tarihteki en büyük savaşları çıkaran liderlerin
bir miktar “deli” olduğunu söylemek yanlış olmaz. İlk bakışta çok benzer
görünmeseler de sağlık sektörünün yönetimi, en az savaş kararı kadar zor olan
pek çok kararın verilmesini gerektiren bir görevdir. Nitekim, alınan her kararın
ardından sağlık hizmetine ulaşma, doğru ve kaliteli bir sağlık hizmeti alma koşulları
değiştiğinden, binlerce insan hayatı ve sağlığı etkilenmektedir. Bu nedenle,
özellikle de kaynak yetersizliğinin her zaman en önemli sorun olduğu sağlık
sektörünü yönetmek, bir insanın hayatı boyunca alabileceği en büyük mesuliyet
olsa gerektir. Bütün bu doğal güçlüklere ek olarak, bir de karara esas olacak
bilgilerden yoksun olabileceğini varsayarsak, karar vericinin zaman zaman sezgilerine
ve tecrübesine güvenmekten başka bir çaresi kalmayacaktır.
Ancak, bir yandan bilgi çağında olduğumuzu
iddia ederken, bir yandan da bilgisizlikten yakınmak geçerli bir mazeret değildir.
Şayet ortada böyle bir sorun varsa, çözümü bilgiye ulaşma yöntemlerini doğru
kullanmayışımızda aramamız lazımdır. Nitekim bilgiyi üretme ve bilgiye ulaşma
imkanlarının son derece kolaylaşması, bu kadar büyük hacimdeki “bilgiyi
yönetmeyi” de yeni bir yönetişim problemi olarak karşımıza çıkarmaktadır. Ama
pek çoğunda olduğu gibi, sağlık sektöründe de bilginin yönetimi konusunda alınan
önlemlerin ihtiyacın gerisinden geldiğini; ya da ihtiyaçların hazırlıklardan
daha hızlı geliştiğini söyleyebiliriz.
Sağlıklı karar için ne yapmalı?
Sağlıklı karar verebilmek için, elbette
analitik bir düşünce tarzı ve çok geniş bir tecrübe gereklidir. Ancak bir
yöneticide bunların zaten olduğu varsaymamız gerekir. Bunların dışındaki en
önemli gereksinimse, karara esas olacak olan bilginin üretilmesinin ve
işlenmesinin de sağlıklı şekilde yapılmasıdır. Bunu sağlayabilmek için bir “bilgi
yönetimi yaklaşımı” geliştirmek lazımdır. Tabiri caizse, veriyle ilgili
birimler arasında “biri tutmuş, biri pişirmiş biri yemiş...” gibi bir sıralama
ile güzel bir harmoni yakalanmalıdır. Bunun, kanaatimce iki boyutu vardır: Birisi
teşkilatlanmada fonksiyonel rolü esas almak, diğeri ise tüm fonksiyonlarda
ortak vizyonu hakim kılmak.
Doğru teşkilatlanma: İstatistik ve bilgi
işlem sendromu
İhtiyacın gerisinden gelme problemimizi
çözmek adına atacağımız ilk adım, geri kalmışlığın nedenlerini belirlemek
olacaktır sanırım. Örneğin, bu konuda doğru kurumlar oluşturulmuş, doğru yetki,
sorumluluk ve vizyon belirlenmiş midir, buna bakmak lazım.
Sağlık Bakanlığı’nın merkez ve taşra
teşkilatına baktığımızda görevleri arasında “bilgi ve veri işlemek” ifadeleri geçen
iki farklı birim karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri istatistik, diğer bilgi
işlem birimidir.
Sağlık Bakanlığı’nın merkez teşkilatındaki
İstatistik Dairesi, istatistik, halk sağlığı ve biyoistatistik uzmanlarının
yoğun olarak çalıştığı ve eski adıyla Araştırma Planlama ve Koordinasyon (APK),
yeni adıyla Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın altında yer alan bir birimdir. Konumlandırma
olarak doğru bir yerdedir çünkü “strateji geliştirme” işi, istatistik ve
bilgiye dayalı olmalıdır. Ancak diğer genel müdürlüklerin de her birinin ayrı
ayrı kendi istatistik şubeleri olduğunu söylemeden geçmeyelim. Strateji Geliştirme
Başkanlığı bünyesindeki istatistik birimi, kurumun kaynakları ve verdiği
hizmetle ilgili rakamları istatistik yıllıkları ile duyurur. Bu istatistiklere
esas olacak veriyi de, ilgili hizmetten sorumlu olan genel müdürlüklerden talep
eder. Yani bizatihi “veri toplama” işiyle uğraşmaz.
Öte yandan gelişen teknoloji sayesinde
“veri toplama” işinin kağıt ortamdan elektronik ortama geçmeye başlamasından
itibaren, genellikle bilgisayar tamiri ve teknik destek işleriyle uğraşan
“bilgi işlem” birimleri önem kazanmaya başladı. Yıllardır, alışılmış yetki ve
görevleri ile hizmet veren istatistik birimlerinin yanına bir de bilgi işlem
birimleri eklendi. Ancak acaba bu değişim sırasında bu yeni birimin nereye
yerleşeceği, bilgiyi yönetme sürecinin neresinde olacağı acaba doğru planlanmış
mıdır? Maalesef hayır. Sağlık Bakanlığının merkez teşkilatına baktığımızda çok
sayıda bilgi işlem ve istatistik daire ve şubesinin olduğunu görmekteyiz. Bir
kere en baştan aynı isim altında farklı hizmet vermeye çalışan birimler
mevcuttur.
Tüm kamu kurumlarında nitelikli bilişim
uzmanı istihdamı önemli bir sorundur. Bu yüzden genel anlamda kamunun bilgi
işlem birimleri çatısı altında bilişim unsurlarını kullanma, bilgi toplama ve
bilgiyi yönetme adına attığı ilk adımlar da son derece acemi ve el yordamı ile
yapılan yaklaşımlara sahip olmuştur. Şöyle bundan 5-10 sene öncesine gidelim ve
kamu kurumlarının resmi web sitelerini bir hatırlayalım. Web sitesi tasarımı
öğrenmiş olan her bilgi işlem personeli, haliyle ilk olarak kendi kurumu için statik
bir site geliştirmeye koyulmuştu. Sitenin içerik yönetimini, kurumsal kimliği
yansıtabilmesi gibi unsurları dikkate alamayan, sadece bir tasarımcının
vizyonuyla hazırlanan sitelerdi bunlar. İçerisinde gündemden düşmüş ve eski bilgilerin/duyuruların
yer aldığı, kurumu temsil etmekten uzak çalışmalardı. Hepsinden önemlisi, bu
sitenin bir hacker tarafından çökertilmesi sonucu kurumun itibarının ne olacağı
da düşünül(e)mezdi. Sonunda, kamu sitelerimiz çökertile çökertile bu konunun
bir tasarımcı işi olmadığı anlaşıldı. Ancak yine uzman eleman eksikliği
nedeniyle bu basit işler dahi dışarıdan tedarik edildi.
Fakat bilgi işlem öyle bir yerdir ki,
dışarıdan tedarik edeceğiniz ürünlerin, daha önce tedarik edilenlerle nasıl
birleştirileceği ve bir orkestra oluşturacağı son derece iyi düşünülmelidir.
Aksi halde destek olmayı bırakın, birrini engelleyen ve zarar veren ayrı
bilişim projeleri arasında boğulup gitmek işten değildir. Geliştirilen
projelerin sayısı değildir başarı kriteri, verinin doğruluğu, kesinliği,
tutarlılığı ve işlenmeye uygunluğudur. Yani veri ve bilgi yönetiminin nasıl
yapıldığıdır.
Yeniden Sağlık Bakanlığı özeline inecek
olursak, bilgi işlem birimi kendi mecrasında içerik ve kalite açısından bir değişim
içindeyken, bilgi işlemin, istatistik ve diğer birimlerle birlikte “karar
sürecinde etkili bilgiye erişim” amacının neresine yerleşeceği de bir başka değişim
dönemi geçirdi. Ancak gelinen noktada, bilgi yönetimi konusunda hangi birimin nerede
olduğunu söylemenin hala kolay olmadığını ifade edebiliriz.
Bu karışıklığın saiklerinden birisi de
şüphesiz her kurumda az çok olan birimler arası yetki mücadelesidir. Diğer bir
etmen de, teknolojinin imkanlarına hakim olması nedeniyle bilgi işlemin her şeyi
tek başına yapabileceği algısına kapılmasıdır. Nitekim artık veri üzerinde
gelişmiş bilgi işleme imkanı sunan Karar-Destek Sistemleri sayesinde
istatistikle bilgi işlem iç içe girmiştir. Ancak bu, istatistik ve veri
içerisinde anlamlı bilgiyi bulma işini de bilgi işlemin yapacağı sonucunu
doğurmalı mıdır? Sorulması gereken soru budur.
Netice itibariyle, bütün iyileştirmelere ve
gayretlere rağmen Sağlık Bakanlığının kurumsal yapısı, hem yazılı mevzuata
göre, hem de uygulamada bilgiyi yönetme konusunda doğru ve tutarlı bir yapıya
sahip değildir. Dolayısıyla her birimin sürecin neresinde olacağı tümdengelim
yöntemiyle yeniden masaya yatırılmalı ve fonksiyonları esas alan bir teşkilat
yapısı tesis edilmelidir.
Vizyon: “Bilgi yönetimi” yaklaşımı
Teşkilatlanma ile paralel olarak atılması
gereken bir diğer adım da, doğru ve tutarlı bir “bilgi yönetimi yaklaşımı” ya
da politikasının belirlenmesidir. Şüphesiz bu konuda üst düzey yöneticilerin
aklında bir model vardır; ancak bu modeli uygulayacak birimlerin bunu doğru
anladığına dair endişelerimiz vardır. En azından böyle bir politika yazılı bir
şekilde mevcut değildir.
Bu bahsettiğimiz yaklaşım, klasik bir
tabirle, “önemli olan işleri doğru yapmak değil, doğru işleri yapmaktır”
felsefesinden de öte bir anlayış gerektirir. Belki doğru işi, doğru birimin,
doğru zaman ve sırayla yapması, kurumsal hafızaya kaydetmesi gibi değerleri de
eklemek lazımdır. Nitekim doğru yapılan doğru işleri yan yana koyduğunuzda bir
anlam ifade etmeyebiliyor, her bir doğru işin, diğer doğru işlerle etkileşimini
de hesaba katmak lazımdır.
Ancak bu yaklaşımın geliştirilmesine,
ülkemizdeki siyasi konjonktür de müsaade etmiyor maalesef. Yerleşmiş kamu
kültüründe her ne olursa olsun, devlet bakidir, ayaktadır, fonksiyonuna devam
eder anlamında kullanılan “devlette süreklilik esastır” deyişi vardır. Halbuki
makro düzeyde doğru gibi görünen bu ifade mikro düzeyde tamamen yanlıştır ve
sistem modelleme konusunda kurumları tembelliğe sevk etmektedir. Özellikle
stratejik bir bakanlıkta bilgi yönetimi gibi mikro düzeyde de süreklilik
gerektiren bir işte, kurumsal standart ve hafıza oluşturmak, bir başka deyişle
kurumsallaşmak hayati önem taşır. Bunu yapamadığınız zaman, “devlette
süreklilik esastır” sözü “sürekli söylenen ama esası olmayan” bir ifade olmaktan
kurtulamayacak, hatta kimi zaman yan etkileriyle zarar verici hale gelecektir.
Politika oluşturma, başlı başına bir
inceleme konusudur; ancak genel hatlarıyla izlenmesini önerdiğim yöntemi yazmaya
çalışayım:
- Yapılması
gereken ilk şey, “bilgi ihtiyaç analizi”nin yapılmasıdır. Hangi birim,
hangi karar için, hangi göstergelere ihtiyaç duyar, bu göstergeler hangi
verilerden ve hangi periyotlarda hesaplanır...vs
- Her birimin
bilgi ihtiyacı zaman içerisinde değişebileceğinden, bir “değişim yönetimi”
modelini de daha başlangıçta kurmak gerekir. Değişiklik önerileri nasıl
toplanır, kim tarafından değerlendirilir ve nasıl kabul edilir...vs
- Sonra bilgiyi
oluşturacak verilerin standartları, toplama kriterleri, nasıl ve kimden
hangi periyotlarla toplanacağı... gibi konular belirlenir. Aslına
bakarsanız, Ulusal Sağlık Veri Sözlüğü (USVS) ile bu konuda çok önemli bir
adım atılmıştır.
- Bu
standartlara göre veriyi elde etme süreci başlar. Burada bilgi işlem
devreye girer ve işin teknoloji tarafını kotarır. Aile Hekimliği Bilgi
Sistemi ve Sağlık-NET, bu amaca hizmet eden/edecek projelerdir.
- Elde edilen
verilerden her bir karar için ayrı ayrı “karar verme süreci” modellenir.
Bu modelin teknoloji yönü bilgi işlemin, içerik belirleme yönü ise karar
vericilerin katkı sağlayacağı bir iştir. Her bir kararda dikkate alınan
göstergeler ve bu göstergelerin karardaki ağırlıkları, göstergelerin
birbirleriyle korelasyonu nasıldır? İstatistik ve analiz yöntemlerinin en
üst düzeyde kullanılmasını gerektiren bu aşama, işin en zor noktalarından
birisidir.
Bu veya buna benzer bir politika ile
fonksiyonel rollerine göre teşkilatlanmış kurumsal bir yapı, bilgiyi yönetmeye
aday olacaktır. Bilginin peşinden koşma, ona ulaşma gayreti her dönem olmuştur;
ama mistik bir ifadeyle bilgiden “marifet”e vâsıl olmak istiyorsak, bu işin
sülûk şartlarına uymalı ve gayet sıkı bir riyâzete girmeliyiz.
Bilgi yönetimi ve Karar-Destek Sistemleri
Ham veriden bilginin elde edilmesini
sağlayan yazılım sistemlerine “karar-destek sistemleri (KDS)” adı verilir.
Diğer bir adı da iş zekası (business intelligence) olan KDS’ler, gelişmiş
hesaplama ve istatistik fonksiyonlarına sahip ve hesaplanan bilgileri gelişmiş
yöntemlerle gösterebilen sistemlerdir. Veri tabanlarıyla olan yakın ilişkileri
nedeniyle KDS’ler bilgi işlem birimlerinde konuşlandırılırlar. Ancak bu,
içeriklerinin de bilgi işlem tarafından modelleneceği anlamına gelmemelidir. Maalesef
pek çok kurum bu yanılgıya düşmekte ve KDS’leri etkin kullanılanamamaktadır.
Halbuki işin başında KDS’lerin tasarlanması dahi diğer birimlerin/karar
vericilerin bilgi ihtiyaçlarına göre yapılması gereken bir iştir ve dolayısıyla
daha ilk günden itibaren KDS’lerin sahibi ve şekillendiricisi karar vericiler
olmalıdır.
KDS’lerin rolü, yukarıda bilgi yönetimi
politikasındaki yöntem önerimizde 1. ve 5. maddelerde yer alan “bilgi ihtiyacı
analizi” ile “karar sürecinin modellenmesi” konularıyla son derece ilgilidir ve
gerek teşkilat yapısında, gerekse bilgi yönetimi politikasında buna uygun olan
doğru bir yere oturtulmalıdır.
Sağlık Bakanlığı, şimdiye kadar Aile
Hekimlerinden topladığı veriler için bir Karar-Destek Sistemi geliştirmiş ve
iki yıldır kullan(dır)maya çalışmaktadır. Maalesef bu sistemin de “sahibi” bilgi
işlem zannedildiğinden beklenen verim hâlâ sağlanamamıştır. 2009 yılı başından
itibaren hastanelerden de veri toplayarak KDS’sini genişletmeyi planlayan
Bakanlığın bu konuya daha sistemli bir çözüm getirmesi aciliyet arz etmektedir.
Nitekim “sahibi olmayan mal haraptır” ve bu KDS şimdiden doğru bir yere
oturtulmazsa, bir süre sonra işletmesi yük haline gelen bir teknoloji oyuncağına
dönüşecektir. Toplamak için onca emek harcadığınız verileri “karar sürecinde
etkili bilgi”ye dönüştüremedikten sonra, bu kadar bilgi sisteminin ve projenin ne
anlama geldiği de sorgulanmaya başlanacaktır. Ne gariptir ki bu sorgulama, bu hükumet tarafından bir önceki dönem için yapılmış ve Sağlık Bilgi Sistemi
projesi bu probleme çözüm getirmek üzere başlatılmıştı. Sağlıkta Dönüşüm
Programı kitapçığında bir önceki dönemin bilgi yönetimi yapısındaki problemin
nasıl tespit edildiğine bakalım: “Sağlık Bakanlığı sektörün bütününe bilgi
sağlamak yerine, sadece kendi kurumları ile ilgili istatistik üretmektedir.
Farklı birimler kendi ihtiyaçları doğrultusunda farklı veriler toplamakta, bu
veriler il sağlık müdürlüğü aracılığıyla Sağlık Bakanlığına ulaştırılmaktadır.
Veriler ilgili birim tarafından toplanmakta ve bu veriler Araştırma, Planlama
ve Koordinasyon Kurulu tarafından derlenip istatistik yıllığı olarak
çıkarılmaktadır. Ancak bu veriler bilgiye çevrilmemiş ve yönetim amacıyla
kullanılamamıştır. Veri toplanmasında ve akışında yeterli denetim sağlanamadığı
için istatistik sonuçlar güvenirlik açısından sorgulanmaktadır. Bu sorgulama
ve oluşan güvensizlik, verilerin karar mekanizmalarında kullanılmasını
engellemektedir”[1].
Aynı kitapçık, bu probleme çözüm olarak geliştirilecek olan sistemi de şu
ifadelerle tanımlıyor: “Sağlıkta Dönüşüm Programının bütün bileşenleri
arasında uyumun sağlanabilmesi için entegre bir sağlık bilgi sistemine ihtiyaç
vardır. Sağlık hizmeti sunan kademelerde dikey işlemesi gereken bilgi akışı,
hizmet sunumu ve finansman bilgilerinin değerlendirilmesi noktasında yatay bir
entegrasyona ihtiyaç göstermektedir... Sağlık bilgi sistemi, sağlıkla ilgili
politikaların belirlenmesinde, sağlık sektöründe sorunların ve önceliklerin
belirlenmesinde, önlemlerin alınmasında, sektör kaynaklarının, çalışma ve
yatırımların planlanmasında, sunulan sağlık hizmetlerinin kalitesinin
değerlendirilmesinde, bilimsel araştırma ve çalışmalarda kullanılmak üzere
yeterli veri toplayacak ve işleyecek bir fonksiyon üstlenecektir.”[2].
Sonuç olarak, çözüm adına ilerleme
kaydetsek de SDP kitapçığında eleştirilen noktayı henüz aşabilmiş değiliz. Sadece
veri toplama yöntemimizi kağıt ortamdan elektronik ortama taşıdık o kadar. Veriden
bilgi elde etmek ise hâlâ önümüzde duran ve modellenmesi gereken bir iş.
Türkiye siyasetinde her yeni bakanın bir öncekinin yaptığını silmesi alışılmış
bir durum olduğundan, yukarıda ifade etmeye çalıştığım üzere, teşkilatlanma ve
politika ortaya koyma noktasında daha fazla geç kalınırsa, veri toplama sistemi
dahil, tüm emeklerin heba olması söz konusu olabilecektir. Doğru başlanmış ve bugüne
kadar doğru yapılmış işlerin, doğru bir şekilde sistemleştirilmesi ve
tamamlanması gerekmektedir.
Örnek bir karar süreci
Mimari ve işin felsefesi konusunda bunca
şey söyledikten sonra, sağlık sektörü yönetiminde basit gibi görünen kararların
dahi son derece karmaşık süreçlerini barındırdığını ifade etmeden geçmeyelim. Bilgiden
yoksun olarak karar vermeyi bırakın, elinizde gerekli her bilgi olsa dahi, pek
çok karar çok sayıda optimizasyon problemleri içeriyor.
Basit bir kıyaslama yapabilmek için, her
kurumda söz konusu olan “kaynak planlama” problemini ele alalım. Örneğin, bir
araba fabrikası için kaynak planlama problemi şuna benzer: “Arabalara talebin
önümüzdeki 6 ay içerisinde artması ihtimali %15, azalması ihtimali ise %5’tir.
Üretim artırmak için iki alternatif yoldan birisi işçi/mesai artışı yapmak,
diğeri ise ek donanım almaktır. Donanım ve işçi maliyetleri bilindiğine göre,
alınacak kararların getireceği kar ve zararların miktarlarının ve ihtimalinin
ne olacağını hesaplayınız?”
Bu problem, istatistikçilerin ve bilgisayar
bilimi uzmanlarının âşina olduğu türden problemlerdir. Ancak benzer bir
kaynak-ürün etkileşimini sağlık hizmeti için düşünmek mümkün değildir. Basit
kaynak planlama problemleri bile stokastik bir işlem iken, sağlık alanındaki
“bilinmeyen etmenlerin” sayısı çok daha fazladır. Üstelik diğer pek çok
problemde olmadığı halde, sağlık sektöründe bu etmenler arasındaki çok karmaşık
korelasyonlar (etkileşim) vardır.
Örneğin, bir hastanede mevcut olan hekim,
yardımcı personel, laboratuvar cihazı...vs gibi değerleri kaynak, verilen
hizmeti de ürün olarak ele alırsak şununla karşılaşırız. Kaynaklardan birini
artırdığımızda her zaman ürün artmıyor. Çünkü, kaynaklar arasında korelasyon
var. Örneğin laboratuvar cihazı aldınız, ama laboratuvar teknisyeniniz yok! Bu
nedenle eğer herhangi bir kaynağı artırıyorsanız, ancak onun korelasyon içinde
olduğu diğer kaynakları da artırdığınız taktirde ürün göstergeleri de artmaya
başlar. Yani laboratuvar cihazı aldınız, laboratuvar teknisyeni de aldınız,
bundan sonra ürün göstergesi olan tetkik sayısı artmaya başlar. Ama bir
noktadan sonra tetkik sayısının da artmadığını görürüz. Çünkü bu artış yine bir
kaynak darboğazına takılmıştır. Bu noktadan sonra da yine bir ürün göstergesi olan
sevk oranı artmaya başlar. Çünkü tetkik yaptırılamayan hastalar, başka
hastanelere sevk edilir. Buradan da tetkik sayısı ve sevk oranı gibi her ikisi
de ürün tarafında olan gösterin kendi aralarında korelasyona sahip olduğunu anlarız.
Dolayısıyla, sağlık hizmeti verilen bir yerde “hizmet göstergelerini
iyileştirmek için en az maliyetle hangi kaynakları artırmalıyız?” sorusu,
istatistikçilerin de bilgisayar bilimi uzmanlarının da alışık olmadığı türden optimizasyon
sorularıdır. Buradaki en zor nokta da korelasyonları tespit etmektir.
Sağlık yönetimi problemine bütünüyle
baktığımızda karşımıza korelasyona sahip çok değişkenli doğrusal olmayan bir
problem çıkar. Bunun kesin çözümünü bulmak yerine, olsa olsa ancak çözüme yaklaşabilirsiniz.
Çünkü bu tür problemlerde tüm korelasyonları bilmek mümkün değildir. O yüzden hiçbir
zaman “bütün”e ulaştığınızı düşünemezsiniz. Bilim felsefesinde yer alan ve
Tantra’ya ait olan “bütün parçaların toplamından büyüktür” veya Adorno’ya ait “bütün
yanlıştır” ifadeleri bu tip problemler için son derece uygundur.
Zaten bu yüzden KDS sistemleri altında
gelişmiş istatistik ve analiz araçlarının yer aldığını ifade etmiştik. Ancak
bunlar sadece birer araçtır ve siz modellemezseniz size sadece düz listelerden oluşan
rapor sunarlar. Onu yorumlamak ve oradan bilgi elde etmek sizin sorununuz
olarak kalmaya devam edecektir.
Veri hacminin artmasıyla orantılı olarak
da, verilerin birer “zeki unsur” olan insanlar tarafından incelenmesi imkansız
hale gelmektedir. Bu nedenle bilgisayar bilimi uzmanları bilgisayarlara “zeka
unsuru” kazandırılarak bu işi onlara yaptırmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak,
erken uyarı ve karar destek sistemi olarak bilgisayarlardan yararlanmak zaruret
haline gelmiştir.
KDS sistemleriyle yapılacak olan
“başarılabilir işler”, sanırım sağlık hizmeti yönetiminde yer alan problemleri
küçük problemlere indirgemek ve her birini bağımsız olarak ele alıp çözmeye
çalışmaktan ibaret olacaktır. En azından yarın daha fazlasını yapabilmek için
burası iyi bir başlangıç noktasıdır.
Sonuç
Yukarıda tek bir örnekle sağlık hizmetinde
karar vermenin ne denli zor bir problem olduğunu ifade etmeye çalıştım. Yani
aslında veriyi toplamak işin kolay tarafı ki, bu büyük ölçüde başarıldı. Daha
düne kadar nasıl veri elde edeceğimizi konuşuyorken, bugün Aile Hekimliği Bilgi
Sistemi ve Sağlık-Net projeleri sayesinde elektronik ortamda hayal edemeyeceğimiz
kadar çok ve her geçen gün artan miktarda veriye sahip oluyoruz. Ancak KDS’mizi
“karar sürecinde etkili bilgiyi” üretecek şekilde modelleyemezsek, yarın içerisinde
pek çok bilgi barındıran yüzlerce raporumuz olacak, ama karar vericilerin bu
raporlardan hangisine bakması gerektiği dahi başlı başına bir “kullanışlılık”
problemi olarak karşımıza çıkacaktır. Bu durumda, hele kurumsal hafıza da yitirilirse,
yönetimde olan kişiler haliyle eldeki “kullanışsız” sistemin yerine alternatiflerini
aramaya başlayacaklar; ama onların da yapacağı şey son 6 yıl yapılan her şeyi
tekrar etmekten ibaret kalacaktır.