Son yıllarda ülkemizde de hemen herkesin
dilinden düşmeyen ve başına “e-” koyularak telaffuz edilen pek çok kelime, “işlerimizi
elektronik ortama taşıma” konusunda içinde bulunduğumuz baş döndürücü sürecin vazgeçilmez
birer sloganı haline geldi. Ama acaba, “işlerimizle” birlikte şimdiye kadar
farkına bile varmadığımız “dertlerimizi” de elektronik ortama aktarıyor
olabilir miyiz? Benzer şekilde, yürütülmekte olan çalışmalar “dolup taşmak”
yerine “kaynayıp taşmak” kabilinden ve neticesi itibariyle popülizme hizmet
edecek hayal ürünü olan girişimler midir? Son olarak ve hepsinden önemlisi, kurumlarımızın
“e-” dönüşümünü tamamladığını varsaydığımız ve ilk neticeleri elde etmeye
başladığımız noktaya ulaştığımızda, elimize geçeceğini planladığımız “bilgi”yi
nerede, nasıl ve ne amaçla kullanacağımızın, bilgiyi nasıl yöneteceğimizin ve
koruyacağımızın yeterince farkında mıyız?
Bu soruları artırarak hemen her
alanda yürütülen bilişim ve e-dönüşüm projeleri için sormak mümkün. Ancak
özelde sağlık alanında yapılan çalışmalar için bu sorular daha bir önem
arzetmektedir. O yüzden tam burada durup, geç olmadan enine boyuna düşünmeli ve
konuyu karar vericilerin dikkatine sunmalıyız.
Sağlık Bilişimi projelerinden ne
bekliyor ve nasıl yönetiyoruz
Sağlık bilişimi projelerinden çok
şey bekliyoruz. O kadar ki, son teknolojik imkanlarla ve konunun uzmanları ile
yapılan uzun soluklu bir çalışma neticesinde, bir tuşa bastığımızda bize ne
yapacağımızı söyleyecek bir sistem ortaya çıkmasını hayal ediyoruz. İşte
Holywood filmlerinin bir zararı daha... Filmlerde bilgisayar, uzay çağı… gibi
kavramlar bize her şeyin çözümü gibi sunuluyor. Halbuki bilişim projelerinden
bunu beklemek, bisikletten arabaya terfi edince, uçacağımızı hayal etmek gibi
bir şeydir.
Bilişim projeleri, genellikle bizim
kağıt ortamda yaptığımız işleri, bilgisayar ortamında daha hızlı, tutarlı ve
hatasız şekilde yapmamıza yardımcı olurlar. Teknoloji, doğru kullanıldığında
pek çok işimizi kolaylaştıracak bir araçtan daha öte bir şey değildir.
Bilişim projelerinden beklentilerimizin
çok yüksek olması, garip bir şekilde projeye gereken desteği vermemize de neden
olabilmektedir. Çünkü teknolojinin yeni olması nedeniyle konuya yabancı
olduğumuzu ve elimizden birşey gelmeyeceğini düşünür, işi uzmanına bırakarak kenarda
bir yerde sonucu bekleriz. Bu arada alınması gereken idari kararlar alınmaz,
bazı süreçlerde gereken değişiklikler yapılmaz… ve bir süre sonra elimizde
başarısız bir bilişim projesi daha olur.
Dolayısıyla başarılı bir sistem
kurmak ve ondan en iyi şekilde faydalanmak için, bilişim projelerinin bize
neler verebileceğini doğru bir şekilde bilmek ve projeye özellikle idari
anlamda gereken desteği vermek gereklidir.
Bilişim projelerinin idari
desteğe neden ihtiyacı olur?
Bir Hastane Bilgi Yönetim Sistemi
(hastane otomasyonu) kullanmış kişiler, özellikle de otomasyon sisteminin
tedarik ve devreye alma sürecinde çalışanlar, mühendislerin analiz ve modelleme
mantığına yakinen şahit olmuşlardır. Yazılımcılar ve analistler, hastanede
hangi işin nasıl yapıldığını derinlemesine analiz ederler ve önce iş
süreçlerini modellemeye çalışırlar. Bunu yaparken, daha önce kağıt ortamında
yapılan işlerin, elektronik ortamda da aynı şekilde yapılmasını sağlamaya
çalışırlar.
Ancak kağıt ortamda kolaylıkla yapılan bazı işlerin elektronik
ortama aktarılması o kadar da kolay değildir. Bunun temel nedenleri arasında,
bilgisayarda kullanması zorunlu olan kodlama ve sınıflama sistemlerinin sağlık
sektöründe oldukça yetersiz olması sayılabilir. Fakat bundan daha önemlisi, kağıt
ortamda yürütmekte olduğumuz işlerde zaten var olan mantıksız ve tutarsız
işleyişin bilişimciler tarafından modellenememesidir.
Ne var ki, bu süreçleri bizzat
yürüten kişiler bile genellikle bu tutarsızlıkları fark etmezler. Hatta çoğu
zaman bu süreçlerin tutarsız olduğu konusunda ikna olunsa bile, pek çok idari
ve mali nedenden dolayı gerekli iyileştirmeler proje süresi içinde mümkün
olmaz.
Sonuç olarak,bilişim projeleri
sonunda, tutarsız süreçlerin elektronik
ortama aktarılmış halinden ibaret olan bir bilgi sistemi ortaya çıkar.
Herkes sonuçtan şikayetçidir, ama artık elden bir şey gelmez. Daha da
kötüsü, bilişim dünyasına ilk adımını atarken kötü modellenmiş bir proje ile
başlayan kurumların kaderi, ellerindeki kötü sistemi daha iyisiyle değiştirmek
için, daha büyük maliyetlere ve zaman kaybına razı olmaktır. Çünkü bilişim
alemine giren, bir daha çıkamaz, bağımlısı olur.
Bilişim projelerini başarılı
yürütmek tek başına yeterli mi?
Bir kurum düşünelim, bilişimden ne
elde edebilecekleri konusunda doğru bilgilere sahip ve proje yürütme aşamasında
da üzerine düşen tüm sorumlulukları yerine getirmiş. Sonuçta proje başarılı bir
şekilde tamamlanmış. Peki ya sonra! Sonra, bilişimin en güzel, ama bir o kadar
da zor ve zihin yorucu meydanına girmiş oluyoruz. Bilgiyi yönetmek…
Bir kurum, kendi süreçlerini ne
kadar iyi bilse ve yönetse de, resmin tamamına bakarak yıllar boyu üst üste
yığılarak bugüne gelmiş bütün bu süreçlerin neden yerine getirildiğini,
süreçler arası ilişkileri ve süreçlerin analizinden elde edilecek göstergelerin
diğer göstergelerle birlikte tam olarak ne anlam ifade ettiği konusunda
yeterince kafa yorulmamıştır. Çünkü daha önce resim bu denli net görülememiş ve
böyle bir ihtiyaç oluşmamıştır.
Bu nedenle, bilişim projelerinde
son merhale, aslında bizi işin ta başına kadar götürür ve kendimize “biz bu işi
neden yapmıştık?” diye sorarız. Gerçekten de, işin sonu ile başı arasında o
kadar güçlü bir ilişki vardır ki, sonunda ne elde etmek istediğimizi bilmeden
yola çıkmışsak, bilişim teknolojisinin bize sağlayacağı fayda,
sağlayabileceğinden çok daha az olabilir.
Yukarıda bahsettiğimiz üzere,
bilişim projesi yürüten kurumların bu projelerden beklentileri bile gerçekçi
değilken ve bilişimi bu anlamda yeterince tanımıyorken, proje sonunda ortaya
çıkan bu yeni probl emin üstesinden
gelmek çok daha zordur. Çünkü bu, şimdiye kadar kendi süreçlerini tutarlı hale
getirme konusunda gerekli adımları atamamış olan bir kurumdan, bunun daha ötesinde
bir farkındalık gerektiren adımları atmasını beklemek anlamına gelir.
Bilgiye muhtaçken “bilgi
anarşisi” ile karşı karşıya kalmak
Evet, şayet kendimizi tanımadan,
bilişimin bize ne gibi nimetler sunacağını bilmeden ve bu çerçevede doğru
hedefler belirlemeden yola çıkarsak, proje sonunda çalışan bir sistem ortaya
çıkarsak bile, hangi bilgiyle ne yapacağımızı bilemeyiz ve bilgi anarşisi ile
karşı karşıya kalabiliriz.
Buna somut bir örnek vermeye
çalışalım. Sağlık Bakanlığının hastanelerin hizmet yoğunluğunu ölçerken
kullandığı göstergelerden bir tanesi, yatak doluluk oranıdır. Acaba bu değer
bize ne ifade eder? Örneğin, yeni bir hastane yatırımı yaparken, civar
hastanelerin doluluk oranını ölçmek için kullanılabilir mi? Bu soruya evet
cevabını verebiliriz; ama acaba bu değer tek başına, hastanenin neden yoğun
olduğu ile ilgili sağlıklı bir bilgi sunar mı bize? Yani sürekli dolu bir
hastane, her zaman iyi hizmet verdiği için mi doludur, yoksa bazı düzelemeler
yaparak mevcut hastanelerde iyileşme sağlayıp yeni bir yatırım yapmadan da
idare edebilir miyiz?
Şüphesiz, bir bilgi sistemi
kullanmadan önce, bu tür göstergeler okunurken yorumlanır ve bazı tahminlerle
karara varılırdı (tabi, siyasi yatırımları dikkate almıyoruz). Burada parametre
sayısının azlığı karar vermeyi de kolaylaştırıyor ve kararın doğruluğu,
yöneticinin işinin ehli olup olmamasına kalıyordu.
Halbuki, bilgi sistemi kullanarak
burada saydığımız bilgilerden çok daha fazlasını elde etmiş olsak acaba nasıl
karar verebilirdik? Örneğin, sadece yatak doluluk oranı değil, her bir kurumda
bu oranın aylara dağılımı, hangi tanılarla yatış verildiği, yatış verilen tanı
başına ortalama yatış süresi, yatış oranları ile uzman hekim sayıları
arasındaki ilişki, yatış oranları ile yatış verilen hastaların yakın yada uzaktan
gelme durumlarının ilişkisi, yatış verilen hastaların refakatçilerinin olup
olmaması…vb bilgileri de elimizde olsa, daha kolay karar verebilir miydik?
Maalesef hayır. İşte zaten sorun da
burada başlıyor. Şimdiye kadar elimizde bu tür bilgiler olmadığı için, hangi
bilginin kararda ne oranda etkili olacağına dair bir model geliştirme ihtiyacı
duymadık. Üstelik, bu yeni bilgileri sunarken de kimi zaman anlam kayması,
kavram kargaşası da yaşıyor, göstergeleri yanlış okumaya bile başlayabiliyoruz.
Nihayetinde öyle bir manzara ortaya çıkabiliyor ki, çok az sayıda parametre ile
verdiğimiz kararlar, çok sayıda bilgi ve göstergeye dayalı olarak verdiğimiz
kararlardan daha isabetli olabiliyor.
Sonuç olarak, bilişim projelerinden
tam anlamıyla istifade edebilmek için, teknik insanlardan çok işin sahibi olan
kişilere iş düşüyor. Bilgi eksikliğinden şikayetçi olduğumuz günleri geride
bırakırken, bilgi çokluğunuın doğuracağı karmaşaya kendimizi hazırlamalı ve
karar sürecinde etkili olan göstergelerin tam olarak en anlama geldiği ve
kararda ne kadar etkili olması gerektiği ile ilgili çalışmalar yapmalıyız.
Bununla paralel olarak, gereksiz bilgi toplamaya ve süreçlerimizi iyileştirmeye
dair çalışmaları da yoğunlaştırmalıyız.