(Bu yazı SD Platform dergisinin 15. sayısında Haziran 2010'da yayınlanmıştır).
Riskli
bir adım, AHBS
Sağlıkta
Dönüşüm Programı (SDP) kapsamında Aile Hekimliği’nin pilot uygulamasının arifesinde
önemli bir karar daha alındı. Buna göre, aile hekimliği sadece sağlık hizmet
sunumunda değil, kendi bilişim altyapısıyla da bir dönüşüme ön ayak olacak ve
son 50 yıldır neredeyse hiç değişmemiş olan hantal bilgi toplama yapısı
değişecekti. Uygulamanın adı dahi “aile hekimliği” “aile doktorluğu” arasında
gidip geliyorken ve işin teorisyenleri “aile doktoru ne yapar?” sorularına kafa
yoruyorken, köklü bir dönüşüme bilişim altyapısını da dâhil etmek, bu yeni
sistemle ilgili riskleri artırıcı bir adımdı; ancak bir o kadar da vizyoner bir
yaklaşımdı. Bu yaklaşım, bugün Aile Hekimliği Bilgi Sistemi’nin (AHBS) adını
verdiğimiz yapının ortaya çıkmasına neden oldu.
Başlangıcından
itibaren 6 yılı geride bırakan AHBS için bugün sanırım daha sağlıklı analiz
yapma imkânımız var. Ancak AHBS’yi kritik etmeden önce, yazılım, insan ve bilgi
ilişkisinin gelişiminden az da olsa bahsetmek istiyorum. Zira bu tür
değerlendirmeler, yazılımla ilgili algımız ve onlardan ne beklediğimize göre
şekilleniyor.
Yazılımların
kısa geçmişi
İş
hayatımızda kullandığımız yazılımlar, başlangıçta hesap makinesi gibi, asıl
işimizin sadece belirli bir parçasını kolaylaştıran harici unsurlar olarak
sahneye çıktı. Onları kullanır, çıktılarından yaralanır; ama asıl işimize
“bildiğimiz gibi” devam ederdik. MS Word ve MS Excel gibi ofis yazılımları bu
türün en yaygın kullanan örnekleridir. Bu tür yazılımların, özellikle ofis, mühendislik
ve bilim alanlarında yaygın olduğunu görüyoruz. Yazılım geliştirme işi, o
zamanlar daha çok “kodlama” veya “programlama” olarak adlandırılmaktaydı.
Donanım,
veri saklama ve haberleşme konuları son 15-20 yıla kadar yazılımların kullanım
alanını sınırlandıran üç temel unsurlardı. Donanım hızındaki artış, Moore
tarafından 1965 yılında ortaya atılan teze uygun şekilde ilerledi (1).
Moore, bilgisayar donanım hızının her
iki yılda iki katına çıkacağını öngörmüştü. Veri saklama kısıtı ise, eskiden işlenen/üretilen
verilerin ancak dosyalar ve veri yapıları halinde saklanabiliyor olmasından
ileri gelmekteydi. Veritabanı sistemleri de bu sorunu çözdü. İlk örneklerini
1960’larda gördüğümüz veritabanı sistemleri, 70’lerde ilişkisel
veritabanlarının piyasaya sunulması ve 1980’lerde de ticari olarak
yaygınlaşmasının, kişisel bilgisayarların ve Internet’in hayatımıza girdiği
90’ların ardından günümüz yazılımlarının
vazgeçilmez bir parçası oldular. Son engel ise, bilgisayarlar arası haberleşme ile
ilgiliydi. Kişisel bilgisayarların yaygınlaşmasıyla yerel bilgisayar ağı (LAN),
geniş bilgisayar ağı (WAN) ve buna paralel olarak Internet’in yaygınlaşması,
giderek artan bant genişlikleri, hayallerimizi gerçekleştirebilmemiz için bize
fırsatlar verdi. 1990’lardan itibaren yazılımların iş dünyasının her alanına
girmesinin önündeki teknik engeller kalkmıştı. Hatta bu kısıtların ortadan
kalkmasının yan ürünleri olan kablosuz haberleşme ve mobil cihazlar da,
yazılımların kullanımında çok farklı yaklaşımların gelişmesine ve hatta günlük
hayatımızda bile yeni alışkanlıklar kazanmamıza neden oldu.
Yazılımlarla
ilgili teknolojik kısıtların ortadan kalkmasının ardından, öncekilere oranla aşılması
daha zor görünen başka bir engel kendini göstermeye başladı. Nitekim bu
altyapısal gelişmeler, gerçekten “kullanılabilir” yazılımlar geliştirebilmek
için hem kullanıcıların yazılımlarla ilgili algısını değiştirmesini, hem de
yazılımcıların kullanıcı ihtiyaçlarını çok iyi anlamasını zorunlu kılıyordu. Bu
durum, daha önce kodlama ve programlama olarak adlandırılan yazılım geliştirme
sürecini de etkilemiş, artık yazılım geliştirme işi bir “mühendislik” olarak
görülmeye başlanmıştı. Bu durum, “sistem analistliği”, “yazılım mühendisliği”,
“yazılım mimarlığı” gibi uzmanlık alanlarının doğmasına neden olmuştu.
Ancak bu
değişim iki temel nedenden dolayı kolay olmadı. Bunlardan birincisi, kullanıcıların
yazılımların kendi işlerine bu kadar müdâhil olmasını kabullenmekte zorlanmalarıydı,
bir çeşit doku uyuşmazlığı yaşandı. İkinci olarak yazılımların “kullanılabilir”
olmayı yeterince önceleyememesi ve işi sadece bir mühendislik konusundan ibaret
teknik bir olgu olarak görmeye devam etmeleri de bu süreci zorlaştırdı. Gerçi,
bu iki nedenin yumurta tavuk ilişkisine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fakat
bir gerçek var ki, her ikisinde de ilerleme olması gerektiği kesin. Yazılım
geliştirme tarafında ilerlemeler oldu. Örneğin yazılım mühendisliğinin üstüne,
insan-bilgisayar etkileşimi (human-computer interaction), bilgi mühendisliği
(knowledge engineering) ve bilgi yönetimi (knowledge management) gibi insanın öğrenme,
algı ve tepki mekanizmalarını inceleyen, insana özel, kullanılabilir yazılımlar
ve araçlar geliştirmeyi hedefleyen uzmanlıklar geliştirildi. Bununla birlikte,
son kullanıcının beklentilerinin öncelendiği yazılım geliştirme metodolojileri (İş
Temelli Analiz (Task Based Analysis), Kullanıcı Merkezli Tasarım (User Centered
Design), vb) kullanılmaya başlandı. Artık elimizde, çok büyük veritabanları,
tüm iş süreçlerini ve bu süreçlerde doğan bilginin yönetilebildiği bilgi
sistemleri için daha uygun bir altyapı var. Bu nedenle bir yazılım projesinde
yer aldığınızda, teknik kişilere “şu da mümkün mü?” diye sorduğunuzda, evet teknik
olarak her şey mümkün, hatta Zeki Müren bile bizi görecek” diyeceklerdir. Buna
mukabil, her ne kadar teknik kısıtlar ve sorunlar ortadan kalkmış gibi görünse
de, hâlâ yazılım projelerinin başarı oranının düşüklüğü ortadadır. Benim de
gelmek istediğim nokta tam da budur. Zira yazılım projelerinin önündeki artık teknik
değil, psikolojik ve sosyal engeller var. Mühendislerse bu alanda yeterince
eğitimli ve tecrübeli değiller. Diğer taraftan kullanıcıların da yazılımları
bünyelerine dâhil etme konusunda hala direnç gösterdiğini söylemek lazım.
Söz konusu
psikolojik ve sosyal engeller, modern yazılımların takip olduğu yeni misyondan ileri
gelmektedir. Zira modern yazılımlar, son derece izafî bir kavram olan “bilginin
yönetimine” talip olmaktadır. Dolayısıyla bilginin kime, ne zaman, hangi
detayda ve hangi amaçla gösterileceği veya nasıl işleneceği gibi son derece “göreceli”
konuların yazılım geliştiriciler tarafından bir şekilde çözümlenmesi gerekiyor.
Bu konuda yazılan tüm kitapların tavsiye ettiği şey, son kullanıcıların mümkün
olduğu kadar yazılım geliştirme sürecine dâhil edilmeleri ve küçük ve sonuçları
hemen görülecek adımlarla ilerlemeleridir. Bugün yaşadığımız kullanılabilirlik
sorunlarının merkezinde de bu eksiklik yatıyor diyebilirim.
AHBS, kim için, ne için?
Bu kısa
izahattan sonra AHBS hakkında yapacağımız kritiğe dönecek olursak, öncelikle
AHBS’nin yukarıda bahsettiğimiz çerçevede hangi tür yazılımlardan olduğunu
tespit etmemiz lazım. AHBS, ilk nesil
yazılımlar gibi işimizin bir kısmında kullanacağımız bir “araç” değil, hekimin
günlük tüm işlerini planlamasına, yapmasına ve elde edilen bilgiyi yönetmesine
yardımcı olacak bir klinik bilgi sistemidir. AHBS’nin kendi yerel veritabanı
vardır; ancak her AHBS Internet aracılığı ile Sağlık Bakanlığı’ndaki veritabanı
ile entegre olan büyük ve bütün bir ağın parçasıdır. Sağlık Bakanlığına
gönderdiği veri setleri sayesinde bir kişisel Elektronik Sağlık Kaydı (ESK)
oluşturması açısından da önemli bir e-sağlık projesidir. Diğer taraftan verilerin
merkezi bir yerde toplanması ve ihtiyaca özel bilginin türetilmesine imkân
sağladığı için de, hem idari hem de klinik anlamda merkezi ve taşra
teşkilatları Karar Destek Sistemleri için bulunmaz bir bilgi kaynağıdır. Ayrıca
ESK üzerine inşa edilebilecek onlarca farklı uygulamanın (laboratuar
entegrasyonu, hastane randevu entegrasyonu, sevk sistemi, e-reçete, vatandaşlar
için sağlık portali, evde bakım, vb) daha kolay hayata geçirilmesi için zemin
oluşturan bir platformdur.
Yazılımların
hayatımıza girmesi ile ilgili yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım süreçteki
zorluklarla AHBS’nin geliştirme ve uygulanma sürecinde de karşılaşıldı. AHBS,
bir araç değil, bilgiyi yönetmeye ve tüm ülkedeki aile hekimlerinin bağlı
olacağı ortak bir ağın bir üyesi olmaya talip bir yazılımdı. Dolayısıyla önündeki
engeller teknik değil, daha çok psikolojik ve sosyal engellerdi; ancak iş
teknik bir proje olduğundan çözümler de büyük ölçüde teknik insanlardan
bekleniyordu. Bu anlamda AHBS’nin bugünkü durumuna dari yapılacak her türlü
eleştirinin temelinde, geliştirme sürecinde yeteri kadar son kullanıcı desteğinin
olmamasına (bir şekilde olamamasına) ve kapsamı ile ilgili bazı belirsizliklere
bağlayabiliriz.
AHBS gibi
çok yönü ve hedefi olan bir projede, paydaşların AHBS ile ilgili farklı
algılarının ve beklentilerinin olması gayet doğal. Ancak diğer yandan herkesin
bütün resmi de görmeye çalışıp, projenin gövdesinin altına elini koyması da
önemli bir gereklilik. Diyebilirim ki, bu algılar ve beklentiler çoğu zaman AHBS’nin
mimarlarının başlangıçtaki vizyonunun altında kaldı ve teknik bazı
yetersizliklerin de katkısıyla AHBS’den kısıtlı bir şekilde ve daha geç
yararlanabilmemize neden oldu. Zira enerjinin önemli bir kısmı, teknik işlere
değil, değişimi kabullenme ve yazılımları işimizin bir parçası haline getirme
konusundaki psikolojik ve sosyal engelleri gidermeye ve tarafları projenin
içine dâhil etmeye harcandı.
Bu enerji
israfının neden olduğu gecikmelerin en dramatik örneği, AHBS’nin ilk ve
kurumsal olarak en önemli amaçlarından birisi olan kâğıt ortamda bilgi toplama
alışkanlığının terk edilmesiydi ki maalesef ancak 2010 Temmuzunda gerçekleşebildi.
Açıkçası Sağlık Bakanlığı sitesinde Bakan Beyin konuyla ilgili genelgesini
gördüğümde hem sevindim, hem de kamu içinde görünüşte çok kolay gibi görünen
adımların atılmasının ne derece zor olduğu üzerinde derin düşüncelere daldım. Hâlbuki
AHBS’nin en büyük ve ilk ortaya çıkacak faydalarından birisi bu kâğıt kürek
işini ortadan kaldırmak olacaktı. Kanaatimce,
AHBS’nin gerçek kullanıcısı olan merkez ve taşra teşkilatı ile aile hekimleri, uzunca
bir süre AHBS’yi işlerinin ana unsuru (yardımcısı) olarak değil, tâli bir
unsuru ve bir araç olarak gördüler. Proje çalışmalarını da teknik adamların
kotarması gereken işlerden ibaret olarak değerlendirdiler. Bu tür gecikmelerin
önemli nedenlerinden birisi budur. Ancak yukarıda da ifade ettiğim yumurta tavuk
ilişkisi nedeniyle aynı gecikme, pek tabi ki AHBS’nin tarafların beklentilerini
karşılayamamasına veya yeterince kullanılabilir olamamasına da mâl edilebilir.
Şüphesiz herkesin kendi argümanları olacaktır ve kendine göre haklıdır. Ancak
neticede AHBS’den beklenene göre daha geç faydalandığımız da ortadadır. Bu tür
değişimler, mümkün olsa elbette daha erken yapılacaktı; ancak bize düşen süreci
bu kadar uzatan etmenleri de iyi değerlendirmek ve bundan sonraki çalışmalarda
dikkate almaktır. Her durumda böylesine bir uygulamanın bu kadar çok kullanıcıyla,
bu kadar yaygın bir coğrafyada kullanılmasının dünyada başka bir örneğinin
olmadığını da ifade ederek, tüm tarafların hakkını teslim etmek lazım. Burada
işaret istediğim husus, vizyoner anlamda çok yüksek ve erişilebilir hedeflerin
realize edilmesinin sanıldığı kadar kolay olmadığıdır.
AHBS’nin Gelişim Süreci
AHBS’nin gelişim
sürecini kendi bağlamı içinde değerlendirmeliyiz. 2005’lerde aile hekimlerinin görev
kapsamının dahi tartışma konusu olduğunu hatırlayalım. İş sürecinin bir parçası
olmaya ve bilgiyi yönetmeye aday bir yazılım geliştirirken bu durumun ne kadar
büyük bir zorluk çıkartacağı açıktır. Buna bir de, yukarıda değinmeye
çalıştığım üzere, kullanıcı ve yazılımcı tarafındaki değişim ve gelişim
ihtiyacı eklendiğinde, AHBS gerçekten zorlu bir yoldan geçmiştir. Buna rağmen
başarılı bir sonuç elde edildiğini söyleyebiliriz.
Sağlık
Bakanlığının yüklenici bir firmaya ihale yoluyla yazdırdığı AHBS, 2005
yılındaki ilk sürümü olan 1.0’dan sonra sırasıyla 2006’da 2.0 ve 2007’de de 3.0
sürümleri ile meydana çıktı. Aile hekimliği uygulaması netleştikçe ve
değiştikçe AHBS de ortama uyum sağlamaya çalıştı ve kervan yolda dizildi. 2007
yılında yayınlanan AHBS 3.0 sürümü ile birlikte Bakanlığa gönderilecek verilere
bir standart getirildi ve bunlar ilan edildi. Bu sayede ilk defa 2007 yılı
sonlarına doğru özel sektörün geliştirdiği AHBS’leri görmeye başladık. Başlangıçta
genellikle eski Sağlık Ocağı otomasyon programlarından uyarlanmış olan bu
programlar, sonraları daha özgün ve kullanışlı hale gelerek kalitenin artmasına
çok önemli katkı sağladılar.
AHBS ilk
defa 2007 yılında standart bir veri gönderme yapısı üzerine oturdu ve bu sayede
merkezdeki verileri kullanan ilk Karar-Destek Sistemi de 2007 yılında hayata
geçti. Ardından aynı yıl AHBS ile laboratuar ve hastane randevu entegrasyonu da
tamamlandı ve talep eden bazı illerde uygulaması yapıldı. Yine aynı yılın
sonunda bir konsept çalışması olsa da AHBS’de mobil imza uygulaması yapıldı ve
Sağlık Bakanlığının 2007 yılındaki eSağlık kongresinde canlı sunumu yapıldı. Buna
göre, aile hekimine gelen bir hastanın sağlık verilerine erişmek için hastanın
mobil imza ile onay vermesi isteniyordu. İmzanın ardından Sağlık Bakanlığındaki
verilere aile hekimi erişebiliyordu.
AHBS ve Sağlık-NET
2005-2007
arasındaki bu hızlı ilerleyiş, Sağlık-NET çalışmalarının başlamasıyla biraz hız
kesti. Zira Sağlık-NET’in devreye alınmasından hemen sonra AHBS ile entegre
olması ve tüm sağlık kurumlarının ortak bir ağı kullanması planlanıyordu. Bu
nedenle çalışmalar Sağlık-Net üzerine yoğunlaşmıştı. Hazırlıkları 2006 yılında
başlayan Sağlık-NET vizyon olarak AHBS ile aynı olan, ama sadece aile
hekimlerini değil, hastaneleri de kapsayan bir sistemin adıdır. AHBS, bu yönü
itibariyle Sağlık-NET için bir prototip ve pilot uygulaması rolü oynamıştır.
AHBS’de edinilen tecrübeler Sağlık-NET’te kullanılmış ve Türkiye’de sağlık
bilişimi alanında önemli standardizasyon çalışmaları yapılmıştır. Ulusal Sağlık
Veri Sözlüğü (USVS) ve Sağlık Kodlama Referans Sunucusu (SKRS) bunların
başlıcalarıdır. Sağlık-NET’in de kendi Karar-Destek Sistemi vardır ve AHBS ile
entegre olduğunda her ikisinin de tek başlarına sağlayacağı katma değerler
katlanarak artacaktır.
Sağlık bilgi sistemlerinde
merkezi ve yerel yaklaşımlar
Sağlık
Bakanlığı, AHBS ile başlattığı ve Sağlık-NET’le tüm sağlık hizmetini kapsayan
bir bilgi ağı kurma projesini ilerletirken, taşra teşkilatında da veriyi il çapında
toplamayı hedefleyen eğilimler ortaya çıkmaya başladı. 2007 yılında görmeye
başladığımız özel sektörün AHBS yazılımları, ifade ettiğim üzere, başlangıçta
sağlık ocağı otomasyonlarından uyarlanan çözümler olduğundan, bazı sağlık ocağı
alışkanlıklarını da aile hekimliğine taşıdılar. Bunlar arasında en önemlisi,
AHBS ile verileri Sağlık Bakanlığı’na gönderiyorken, eskiden olduğu gibi İSM’ye
de göndermeye devam etmeleriydi. Bu durum zaman içinde İl Sağlık Otomasyonu oluşturma
fikrinin ortaya atılmasına neden oldu. Aslında İSM’lerin keşfettiği şey, Sağlık
Bakanlığının çok önce keşfedip hayata geçirmekte olduğu Sağlık-NET fikrinin,
İSM çapında yapılmasından başka bir şey değildi. Nitekim İSM’ler bu tür
yazılımlar alırken, maksatlarının ilin sağlık yönetimini doğrudan veriye
ulaşarak daha etkin yapmak olduğunu ifade ediyorlar. Hâlbuki bu amaç, Sağlık Bakanlığının
SDP’de ifade ettiği “karar sürecinde etkili bilgiye erişim” amacıyla aynıydı ve
önce AHBS, sonra da Sağlık-NET sadece Bakanlığın değil, tüm Türkiye'nin bu faydaya
ulaşması için yapılmaktaydı. Bu nedenle bu
tür talepler, Sağlık Bakanlığının politikalarına uygun değildi. Ancak Bakanlık
başlangıçta İl Sağlık Otomasyonlarına karşı çıksa da, sahadan gelen talepleri
de sönümlendirmemeyi ve onlara fırsat tanımayı tercih ederek, bu girişimleri engellemedi.
Bu sayede, bir şekilde bu tür çözümlerin faydası ve zorlukları da tecrübe
edildi. Benim kişisel kanaatim, aynı amaca hizmet eden farklı yaklaşımların
eş zamanlı olarak varlığını sürdüremeyeceği ve birbirine olumsuz etkileyecekleri
şeklindedir. Zira bu durum, “iki uçtan
tünel kazmaya başlayalım, ortada buluşamazsak iki tünelimiz olur” anlayışı ile
yönetilecek bir durum değildir. Bu örnekten yola çıkacak olursak, bize yük
taşımasını istediğimiz kamyonların istediği tünelden değil, her iki tünelden de
geçmesini beklemekteyiz. Bu durumda bir süre sonra bu anlamsız talep nedeniyle tünellerden
biri atıl kalmaya mahkûm olacak ve sadece biri kullanılacaktır. Bu nedenle,
her ne kadar yerel yönetimlerinin ihtiyaçları merkezinkinden farklı görünse de,
temelde ihtiyaç duyulan tüm bilgilerin neredeyse aynı verilerden (veri
setlerinden) elde edilebildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla Bakanlığın topladığı
verilerden yeterli miktarda ve içerikte rapor alınabilmesi halinde İSM ve
TSM’lerin ihtiyaçları büyük oranda karşılanabilecek ve bu ikinci tünele gerek
kalmayacaktı. Ancak belki farkındalık azlığı belki de beklentilerin yeterince
karşılanamaması bazı İSM’leri bu yola sevk etti. Her durumda bu gelişmeler,
bize tecrübe ederek değerlendirme yapma imkânı sağlamıştır. Ancak şu kadarını
söyleyebilirim ki, münferit başarılı örnekleri olsa da her iki sistemin bir
arada ve başarıyla çalışması sürdürülebilir değildir. İSM’lerin bilgi talepleri
iyi bir şekilde analiz edilerek, bu ihtiyacın merkezdeki verilerden etkin bir
şekilde karşılanması daha doğru ve daha az maliyetlidir.
Elimizdeki değerin farkında
mıyız?
Bugün AHBS
ile elde edilmiş çok büyük bir hazinenin üzerinde oturuyoruz. Bunların başında da
Elektronik Sağlık Kaydı (ESK) geliyor. Öyle ki, kişisel sağlık dosyası ile 5
yıldır toplanan veriler üzerinde yapılabilecek araştırmaları hayal etmek bile
zor. Hastalık yükleri, tedavi eğilimleri, tedavi süreçleri ve maliyetleri,
eşlik eden hastalık istatistikleri, sağlığın demografik dağılımı, vb yüzlerce
gösterge elde edilebilir durumda. Özellikle 2007 Mayıs ayından itibaren
protokol defterlerinin kaldırılıp, protokol defteri çıktılarının gerektiğinde AHBS
ile kaydedilip Bakanlığa gönderilen muayene verilerden elde edilmeye
başlanmasının ardından, temel muayene ve reçete verilerinin sağlıklı bir
şekilde Bakanlığa ulaştığını söyleyebiliriz.
Bu
verilerin, bir portal üzerinden güvenli bir erişimle kişilerin erişimine
açılması durumunda sağlanacak vatandaş memnuniyetini düşünelim. Ardından
kişilerin kendi sağlık verilerinin bir kısmın kendilerinin de bu portal
üzerinden sisteme aktarabilmeleri ve hekimleri ile bu portal üzerinden
haberleşebilmeleri… Bütün bunlar AHBS ve Sağlık-NET’in birleşmesi ile elde
edilmesi beklenen faydalar arasında. Halen pilotu yapılan Merkezi Hastane
Randevu Sistemi de bu portalle entegre olacak ve portal hem randevu hem de
kişisel sağlık verilerine erişmeye imkân sağlayacaktı. Bunların, gelişmiş
ülkelerin dahi “keşke yapabilsek” dediği türden işler olduğunu vurgulamak
isterim. Biz pek çoğunu başardık, daha iyisine ise çok yaklaştık.
Burada
üzerine yoğunlaşılması gereken şey, AHBS ve Sağlık-Net’in entegre edilmesi ve
eldeki ESK’dan mümkün olduğu kadar karar sürecinde bilgi elde etmektir.
Şüphesiz yaklaşan seçimler bu süreci etkileyecektir; ancak ben bunların
başarılabileceğine inanıyorum.
(1) Moore, Gordon
E. (1965). "Cramming more components onto
integrated circuits". Electronics
Magazine.
pp. 4.