(Bu yazı SD Platform dergisinin 1. sayısında Aralık 2006'da yayınlanmıştır).
Sadece ülkemizde değil, şu sıralar pek çok
ülkede, eğitim, sağlık ve adalet konularındaki iyileştirmeler, hükümetlerin en
önemli vaatleri ve hedefleri arasında yer alıyor. Bunu başarmak ve modern dünyada
rekabetçi bir aktör olmak için de elbette, bilişim ve haberleşme teknolojilerini
verimli şekilde kullanmaya çalışıyorlar. Özellikle sağlık alanında neler
yapılıyor diye etrafımıza baktığımızda, başta Kanada, Avustralya, Malezya gibi
gelişmiş pek çok ülkenin ve daha yakınımızda bulunan Avrupa Birliği
ülkelerinin, bölgesel ve ulusal pek çok başarılı proje gerçekleştirdiklerini
görüyoruz. Tabi, başarılı gelişmelerin yanı sıra, felaket ve yıkımla sonuçlanan
projeler de yok değil; ancak bunları, önde gitmenin ve keşfetmenin göze
alınabilir bedeli olarak değerlendirmek yerinde olur.
Biz de ülke olarak, genelde tüm e-sağlık
çalışmalarını, özelde de Avrupa Birliği ülkelerindeki gelişmeleri yakından
takip ediyor, hatta şimdiden Avrupa Birliği ile entegrasyon için hazırlık
anlamında, Avrupa ülkelerinin yürüttükleri çalışma grupları ve konferanslara
katılarak eşgüdümü sağlamaya gayret ediyoruz. Bu konuda Sağlık Bakanlığının
kayda değer gayretleri olduğunu görülüyor. Öyle ki; Avrupa Birliği ülkelerinin
e-Sağlık alanında bu yılki ana teması “Birlikte Çalışabilirlik”
(Interoperability), Sağlık Bakanlığının 3-5 Kasım 2006 tarihleri arasında
İzmir’de düzenlediği I. Ulusal Sağlık Bilişimi Kongresinin de ana konusu
olarak seçildi. Kongre’de, yerli ve yabancı pek çok uzman, Türkiye’de ve
dünyada halen devam etmekte olan e-Sağlık çalışmaları hakkında bilgi verdi. Verilen
bilgiler ışığında, Sağlıkta Dönüşüm Programının en önemli bileşenlerinden biri
olan Ulusal Sağlık Bilgi Sistemi kapsamında gelinen nokta gerçekten ümit
vericiydi. Katılımın ve ilginin oldukça yüksek olması da, sektörün bu tür
organizasyonlara oldukça aç olduğunu gösteriyordu.
Diğer taraftan, yine “birlikte çalışabilirlik”
ana konusu ile bir başka kongre, Tıp Bilişimi Derneği’nin organizasyonunda
16-19 Kasım 2006 tarihlerinde Antalya’da gerçekleşti. Burada da, çok sayıda
çalıştay, bildiri ve panelle, birlikte çalışabilirlik konusunda ortak akıl
oluşturmaya çalışıldı.
Aynı ana temanın her iki kongrede de
işlenmesi ve yakın tarihlerde gerçekleşmiş olmalarına rağmen her ikisinin de
yoğun ilgi görmesi oldukça sevindiricidir.
Ancak, her ne kadar her iki kongreye de ana
konu olan “birlikte çalışabilirlik” kavramı, daha çok e-Sağlık sistemlerinin sintaktik
ve semantik olarak anlaşabilmesi anlamında kullanılıyor olsa da, bu anlamı
uygulamaya geçirebilmek için, sektördeki tüm aktörlerin önce kendi aralarında
“birlikte çalışabilirliği” hayata geçirebilmelidirler diye düşünüyorum. Bu
nedenle, iki ayrı organizasyona da ilham kaynağı olan bu kavram, bendeniz de
uzun zamandır gözlemlediğim bir konuya dikkat çekme arzusu oluşturdu.
Devletin tüm sektörlerde temel belirleyici
olduğu günümüz Türkiyesinde sağlık bilişimi konusunda güncel bir tartışma (kafa
karışıklığı da denebilir) söz konusu ve sanıyorum bu, belki istemeden ve
planlanmadan bu yılki organizasyonlarda da kendisini gösterdi. Bu karmaşa, basitçe
“Türkiye’de e-Sağlık’ın nasıl yapılması gerektiği ve bu konuda ilk adımları
kimin atması gerektiği hakkındadır” diyebiliriz. Aslında konunun ilk kısmı nispeten
kolay. Çünkü dünyada bu alanda yapılmış başarılı/başarısız projeler, bize ne
yapacağımız ve ne yapmayacağımız konusunda yeteri kadar fikir veriyor. O yüzden
e-Sağlık ile ilgili hemen herkesin bu konuda söyleyecek birkaç sözü vardır.
Geriye, yapılması gerekenler hakkında kimin yol/yön gösterici olacağı konusu
kalıyor. İşte tartışma da tam burada başlıyor. Aslında buradaki kafa
karışıklığı bir an evvel çözümlense, büyük atılımlar yapmamız ve daha rekabetçi
bir ülke olmamız için hiç bir engel yok diyebiliriz. O halde bu kafa
karışıklığına odaklanıp çözüm önerileri üretmeye çalışalım.
Karmaşanın
tarafları
Sağlık sektöründeki tüm aktörler bu meselenin
bir tarafı konumunda aslında; ama başlıcaları, devlet, sivil toplum kuruluşları
ve özel sektör. Şimdi elimizdeki malzemeye bakalım ve bir değerlendirme yapalım.
Devlet, adından olsa gerek, alışılmış “devletçi”
tavrını devam ettirme eğiliminde ve sorunlara amatör ruhla, adım adım ve basit
mantıklarla çözüm üretmek yerine, kontrolcü, masanın baş köşesinde oturan,
yaptığından ve dediğinden kolay dönemeyen, biraz da hantal bir görünüm
arz ediyor. Vizyon, irade ve gayret tam not alsa da, diyalog, yuvarlak masa
anlayışı ve hep ileriye bakma konularında biraz daha gayret gerekli.
Diğer taraftan sivil toplum kuruluşları,
devlet gibi yasama/yürütme güçleri olmasa da, sahip oldukları potansiyeli,
vizyon üretme ve alternatifler oluşturmak için yeterince kullanmamakta, hatta
kimi zaman maalesef hükümetlerin devlet adına yaptıkları başarılı çalışmaları,
ideolojik farklılıklara kurban edebilmekteler. Aslında buralar, çözüm üretmek için
en güzel buluşma noktalarıdır. Herkesin hiçbir kaygı ve endişeye düşmeden,
doğru bildiğini ortaya koyabileceği belkide yegâne yerler sivil toplum
kuruluşlarıdır.
Özel sektöre gelince... Onlar, özellikle en
büyük müşterileri kamu kurumları olan firmalar, aslında sektör içinde olmaları
ve kamudan kaynaklandığını düşündükleri reel sorunlarla doğrudan yüzleşmeleri
nedeniyle en kolay kendilerinin çözebilecekleri sorunları, sadece “dile getirip”,
“gerekli mercilere (kamu kurumlarına) iletip”, gereğinin yapılmasını bekliyorlar.
Halbuki, birkaç firma bir araya gelip, mevzuat çerçevesine de sadık kalarak bu
sorunlara sektörel ortak akıl çerçevesinde çözüm üretseler ve en azından sektör
için “de facto” standartlar belirleyerek, “bundan sonra, daha iyisini bulana
kadar biz bu standartlarla devam edeceğiz” diyebilseler, “kamu”dan çözmesini
bekledikleri sorunları çok daha kolay ortadan kaldırabilecekler. Nitekim, dünyadaki
pek çok standart, özel sektörün kaynak ayırması ve bu şekilde işbirliği ile
geliştirilmeye başlanmıştır. Ancak, sektörel standartlar, beraberinde daha
şeffaf ve zorlayıcı bir rekabeti getirdiğinden, şimdilik herkes ( en azından
sektörün büyük temsilcileri) kendi tasındaki çorba ile yetinip, elimdekinden
olurum korkusu ile ziyafetten mahrum kalmayı yeğliyorlar.
Bu arada zaman ilerliyor. Herkes kendince “gereğini
yaptığını” ve “çözüm için adım attığını” düşünüyor; ama aslında sadece
karanlıkta birbirimize göz kırpıyoruz. Ortada hiçbir taraf mutlak
suçlu/kabahatli veya kötü niyetli olmadığından, garip bir “görevini yerine
getirmişlik” havası herkesin yüzünden okunuyor. Bununla birlikte herkes kendi
tamını görüp diğerinin yarımı ile meşgul oluyor. Bir süre sonra, diğerinin
kusuru, kendi faziletimiz sayılmaya başlanıyor ve sonunda, aslı esası çok basit
olan bir mesele kişisel ve kurumsal kaprislere kurban ediliyor. Peki, olan kime
oluyor? Olan takıma oluyor, çünkü ha
bire gol yiyoruz, geride kalıyoruz, mağlup oluyoruz.
Çözüm
takım oyunu
Bu arada yazının başından beri, onun bunun
eksiği ile ve yapılan yanlışlıkların tespitleri ile uğraştık. Kimi zaman
tespitlerimiz biraz acı (belki de kimilerine göre yanlış) olsa da, niyetimiz
yargılamak değil, belki hepimizin öz değerlendirmemizi daha iyi yapabilmemize
vesile olmak. Aksi halde, bizler de her karmaşanın vazgeçilmez pasif aktörleri
olan “çözüm üretmeden dışarıdan gazel okuyanlar” sınıfına girmiş oluruz ki, bu
en son isteyeceğimiz şeydir.
O halde, Türkiye’de dünyadaki başarılı
örnekleriyle rekabet edecek, insanımızın yüzünü güldürecek bir e-Sağlık
çalışması için, acizane bir “birlikte çalışma” modeli önermeliyiz.
Dediğimiz gibi, karmaşanın ilk kısmı, yani
neler yapılması gerektiği, nasıl, hangi sırayla ve hangi standartlara göre
yapılacağı konusunda üç aşağı beş yukarı bir mutabakat vardır. Geriye, bunları,
birbirimizi beklemeden, ama belki bir organizasyon içerisinde seri ve paralel
nizamda yerine getirmeye başlamak kalıyor. Elimizdeki imkanları doğru
kullanalım yeter.
Bu arada, yapılan işlerin tekrar yapılmaması,
çözülen bir sorunun yeniden çözülmemesi için de ortak akıl ve eşgüdüm
sağlayacak mekanizmaları güçlendirmek lazım. Bütün bunlar için, herkese iş ve
görev düşüyor.
Çözüm iyi bir takım oyunu... Kimi zaman
kendisi de oyuna katılsa da, Devlet, esas itibariyle takımın teknik direktörü
konumunda olmalıdır. Sahaya sadece idmanlarda çıkmalı, oyunda yer almamalıdır. O
yüzden devlet, yakın-orta-uzun vadeli hedefleri ile ilgili daha paylaşımcı, teknik
ve taktik açıdan daha çok yön gösterici ve sektörün sorunlarını daha yakından
dinleyici olabilir.
Sivil toplum kuruluşları, sahip oldukları
platformları, sektörle ilgili en önemli buluşma noktası haline getirecek
sinerjiyi oluşturmaya çalışmalı, e-Sağlık alanında dünyada olup bitenleri ve
standartları yaygın hale getirmek için daha çok gayret etmelidir. Hatta öyle
ki, taktik kararların alınmasında önemli bir rol oynayabilmelidir. Bugün
dünyada bırakın sadece e-Sağlık alanını, hemen her alanda sivil toplum
kuruluşlarının sektörlere dair tuttukları nabız, karar vericiler için en önemli
göstergelerden biri haline gelmiştir.
Özel sektör ise, doğrudan sahada top
koşturan, terleyen oyunculardır. Bu oyuncular, elbette teknik taktik bilgiyi
hocalarından beklerler; ama pası da onun atmasını beklerlerse oyun kilitlenir. Sektör,
birbiri ile rakip olduğunu düşünerek kendi kalesine gol atmaktan vazgeçer,
sadece daha iyi bir oyuncu olmak için birbiri ile rekabet etmeye çalışırsa,
oyunun ve oyuncuların kalitesi artacaktır.
Sonuçta, sektördeki bütün aktörlere lazım
olan “takım ruhu”dur. Takım ruhu ile oynanan oyunda, herkes kendine düşen
görevi en iyi şekilde idrak eder ve yerine getirir. Başkasının bir eksiği olursa
bunu derhal telafi etmeye, kaybedilen topu yeniden kazanmaya çalışır. Bütün
bunları yaparken hiçbir zaman oyun disiplininden uzaklaşmaz ve ferdi oyuna
kaçmaz. Başarısından dolayı kendisi alkışlansa da takımının formasını öper,
başarıyı arkadaşları ile kutlar.
İşte e-Sağlık’ta başarının ve galibiyetin
formülü budur. Önümüzdeki yıllarda, “birlikte çalışabilirlik” konusunda tüm
aktörlerle daha çok birlikte çalışabilmek temenisiyle...